kadın

Bu konuda toplam 10 içerik bulundu.

KADINCA-ERKEKÇE DİLİ

ERKEKLER İÇİN ‘KADINCA’ DİLİ KARTI

1- Partnerinize her fırsatla AŞKLA DOKUNUN.
2- Partnerinizi İLGİYLE DİNLEYİN ve ANLADIĞINIZI ONA GÖSTERİN.
3-Partnerinizle birlikte KALİTELİ VAKİT GEÇİRİN ve ondaki EN UFAK ŞEYLERE DİKKAT EDİN.
4-Partnerinizi HAYATINIZIN MERKEZİNE ALIN ve onu BİRİCİK kılın, ‘HERKESDEN VE HERŞEYDEN KIYMETLİSİN’ mesajını verin.
5- Partnerinize bol bol ROMANTİZM sunun.
6- Partnerinizi AŞKLA ARZULAYIN
7-Partnerinize DÜZENLİ VE GÜVENLİ BİR YAŞAM sunun.
8-Partnerinize karşı NAZİK olun.

KADINLAR İÇİN ‘ERKEKÇE’ DİLİ KARTI

1-Partnerinizin YAPTIKLARINI VE BAŞARILARINI FARKEDİP BOL BOL TAKDİR edin.
2-Partnerinizin PERFORMANSINI ÖVEREK ERKEKLİĞİNİ ONAYLAYIN.
3- Partnerinizin VARLIĞINA VE SUNDUKLARINA’ İHTİYAÇ ‘ DUYDUĞUNUZU ‘BENİM İÇİN…..YAPMANA İHTİYACIM VAR’ cümle kalıbıyla ona gösterin.
4- Partnerinize bol bol EROTİZM sunun.
5-Partnerinize AŞKLA HİZMET DAVRANIŞLARINDA bulunun.
6-Partnerinize sizi MUTLU ETMEYİ BAŞARDIĞINI ‘GÜLÜMSEYEREK’ gösterin.
7-Partnerinizin YALNIZ KALMA İHTİYACINA SAYGI gösterin.
8-Partnerinizin AİLESİYLE İYİ GEÇİNİN ve onun hatırı için akraba ilişkilerini ‘AKLINIZLA’ yönetin.

ERKEK EGEMENLİĞİNDE KADIN

ERKEK EGEMENLİĞİNDE KADIN 

 

Herşey ihtiyaçtan.. Hani şu feminizm diye burun kıvırdığımız  siyasal ve toplumsal duruş da ihtiyaçtan…  

 

 

 

Feminizm , 17. Yüzyılda İngiltere’de  kapitalizmin gelişmesiyle kendini ‘toplumdan dışlanmış bir kategori’ olarak gören kadının haklı talebiyle konuşulmaya başlanmış.18. ve 19. Yüzyılda kadın toplumsal alandaki konum, durum ve sorumluluğunu sorgulayarak dönüştürme yoluna gitmiş.Günümüze kadar gelişen ve dönüşen feminist yaklaşım, kadının hayatını değiştirecek kararların kadının denetiminde olmadığını savunur.Simone de Beauvoir da “kadın doğulmaz, kadın olunur” diye düşünür.Yani kadın olmak ve edilgenlik, doğuştan itibaren kadın cinsine öğretilir.

 

Kadının asıl yeri konumundaki aile, modernleşme kültürü ve sanayileşme ile birlikte bu yeni kültüre entegre edilmiştir. Böylelikle yüzyıllardır gelen kadının dışlanması kültürü, bu alana da yansımış ve kadın iş hayatı ve sosyal yaşamdan giderek soyutlanmıştır. 

 

 

Sosyal toplum örüntüleri kadınların haklarını elde etmeleri ve kullanmaları yönünde zorlaştırıcıdır. Hane  ev yaşantısı toplumun en küçük birimidir ve kadına fedakar olmanın öğretildiği birim alandır.Fedakar olma, karşılıksız özveride bulunma, sabretme, hizmet etme, sadık olma gibi değerlerin öğretildiği, yüceltildiği bir birim alan…

 

 

Peki bu anlamda ne yapmak gerekliydi? Kadınların bu çarkı kırması için gereken eğitimdi fakat ataerkil düzendeki erkeğin ‘olur’ unu alabilen bir eğitim…Bir süre ulus devlet fikrine sadık ve ona hizmet eden evlatlar yetiştirmek gayesiyle kadının ufkunun açılması tercih edildi.(Berktay, 2003). Yani yine eşitlik ve toplumdaki kadının reddedilemez üretim gücü değil , aynı ataerkil öğretinin devamlılığını sağlama gerekçeleriyle  salahiyet verilmiş.

 

Kadının ekonomik anlamda erkeğe bağımlılığı, sosyal hayattaki güç ilişkisinde de kadını ikincil konuma sokmaktadır.

Kadın ve erkeğin yaratılış anlamında farklı olduğu ve iş kollarının bile buna göre sınırlandırılması gerektiği fikri toplumu kadın gibi güzide bir canlıdan mahrum bırakacaktır.Yapılan bir çalışmada yönetim kurulunda kadın bulunduran şirketlerin verimlilik ve gelirlerinin çok daha yüksek olduğu bulunmuş.Çünkü kadın adil, vicdan sahibi,yaratıcı, çalışkan, görevi emir algılayan, disiplinli, düzenli ve bu kadar katı kavrama bir şekilde başararak duygusal zekasını da katabilen bir canlıdır. Kadın kamusal alanda varolmalıdır.Fakat siyaset, ticaret, ekonomik ve diğer alanlarda kadın oranı halen çok az. Kadının yoğunluklu bulunduğu sektörler eğitim, sağlık ve hizmetin ön planda olduğu sektörler.Bu sektörlerde de görevi üst yönetim aşamaları değil..Türkiye’ deki kadınların üçte biri ev hanımıdır. Bence ev hanımlığı, ‘duygusal bakım’ da içeren zor ve hayati bir meslektir, ama kanuni hakları yeterince korunmadığı için kadını güçlü, yeterince hak sahibi ve bağımsız yapamamaktadır.

 

 

Eğitim ve akıl, eril iktidar karşısında kadının güçlenmesini sağlayacak ve sessizlik, koşulsuz sadakat, boyuneğme, kabullenme gibi  öğretilen ve dayatılan maharetlerle ! , kadını çevreleyen dört duvara hapsini engelleyecektir. Chris Weedon’un tanımladığı ataerkil ilişkinin yani   “kadın çıkarlarının erkek çıkarlarına tabi kılındığı güç ilişkisi” nin  dışına çıkacaktır. Kadının eğitimi , hayatlarına dair karar alma mekanizmalarında özgürlük, ekonomik, sosyal, kültürel anlamda varolma, kişisel güven kazanma, sosyal yaşama katılma ve başkalarının kendisine yönelik  olan sınırlarını belirleyebilme gücü  kazandıracaktır. 

 

 

 

 Bir düşünür; her bireyin  üzerinde eşsiz bir desen damgalanmış bir tohum olarak dünyaya geldiğini ve kim olduğunu keşfetmeye ihtiyacı olduğunu  söyler. Nüfusun yarısı biziz…Ülkenin köşede bekleyen , gerekirse ! zulmedilen yarısıyız. Ülkenin değerleri için keşfedilmemiş ve kaybedilen özgün iş gücüyüz..Eğitim diyorum ama o yolda da erkeklerden daha yoğun güç, titizlik, özveri, hatasızlıkla ve binbir önkesmelerle mücadele ettiğimizi bilirim. Bu ayrı dava…Yine de kadının aşkın ruh hali ve becerisini ortaya koyabileceği tek çıkış yolu eğitimdir. 

 

Saygılarımla…

 

 

 

 

 

 

 

AŞIRI AKTİF MESANE

AŞIRI AKTİF MESANE

 

Ani ve zorlayıcı idrara gitme hissi ile tuvalet arama ihtiyacı duyuyorsanız,idrar kaçırmanız olsa da olmasa… beraberinde idrar yolu enfeksiyonu ya da başka tespit edilmiş bir hastalık yoksa.. aşırı aktif mesaneniz olabilir.

 

Kadınlarda daha çok gözleniyor.

 

Şikayetlerin başlangıcı, sıklığı ve hastanın sosyal yaşantısını ne kadar etkilediği önemlidir.

 

Hayatı tehdit eden değil konforunu bozan bir rahatsızlıktır. Hastada idrar kaçırma korkusuyla fiziksel aktivitelerden kaçınma, uyku kalitesinde düşme, cinsel ilişkiden kaçınma, cinsel istek azlığı, kendine güvende azalma, depresyon, iş verimliliğinde düşme, seyahat zorluğu, özel iç çamaşırları, özel petler kullanma gibi can sıkıcı sonuçlar doğurur.

 

Tedaviye işeme alışkanlığı ile ilgili değişiklikler, sıvı alımının düzenlenmesi, işeme eğitimi ile başlanır. Hastaya işeme aralıklarını giderek uzatması, bu sayede mesane hacmini arttırmayı öğrenmesi ve gelen işeme uyarısını erteleyebilmesi öğretilir. 

 

İşeme aralıkları en az 3 saate çıkarılabilmelidir.

 

Eğer davranışsal tedaviye yeterince yanıt yoksa ilaç tedavisine geçilir. 

 

İlaç tedavisi ile birlikte davranışsal tedavinin kombinasyonunda başarı her zaman daha yüksektir.

KADIN KADINDIR İŞTE !

Kadın kelimesi sosyal statü anlamında belirsizlik içerir. Diğerinden daha aşağı statüye koyar, cinsiyetçidir,  cinsel ve üremeyle ilgili terimlerle bağdaşır.Zaman zaman da kadını bakire kızdan ayırır. Bakire olmayan anlamında toplumsal namus emniyetini karşılayan bir ifadede kullanıldığı için rahatsızlık vericidir. Bu nedenle son yıllardaki feminist akımlar, kadın kelimesinin yeniden tarifi  ve bu kelimenin içini ‘yeniden doldurma’ yoluna gider. 

 

Kadın kelimesinin çağrışımı ve toplumdaki ifadesi her kadının üzerine almak istemeyeceği kadar çelişkilidir. Dil biliminde kötü hisler yaratan ifadelerden bahsederken , yarattığı kötü izlenimi hafifletmek için, bir değiştirme çabasına girilir. Bu her dilde vardır ve ‘örtmece’ , ‘güzel adlandırma’ diye terimlendirilir. Türkçede de üst statüde olan kadınlardan bahsedilirken ‘kadın’ kelimesi kullanılmaz, yerine hanım, bayan kelimesi tercih edilir. Yine diğer dillerde de saygın bir kadından bahsederken asıl ‘kadın’  kelimesine karşılık gelen ifade değil yan anlamlar tercih edilir.

 

Peki kadın kelimesindeki ve yarattığı duygulanımdaki korkutucu, istenmeyen, kaçınılan izlenim nedir ve nasıl bir canlıyı - burası bir gülen yüz emojisini hakediyor ! - tarif eder?

 Bu canlı;   saygınlık içermeyen, ürkütücü , sevimsiz, korkulan, taraf olunmayan mıdır ? Biraz da cinsel bir nesne anlamı da içerir mi? Neden akademisyen bir kadın ‘bilimadamı’ dır,  akademik kadroların yarısını dolduruyor olmasına rağmen…Son yıllarda değiştirme konusunda çaba gösteriliyor ama, ticaret odasının başkanı kadın olsa da neden O , ’işadamı’ dır . Ya da kadın pilot, kadın doktor, kadın şöför, kadın başbakan diye ifade etmek zorunda hissedilir. Burada söylenmek istenen ‘bu erkek işidir, kadın olmasına rağmen başardı’ demek değil midir? ‘Erkeğe göre’ olan bu tanımlarda ‘erkeğe rağmen’ ifadesi yok mudur?

 

Toplumsal normlardan beslenen  kültürün, kendini ifade şeklidir dil…Jane Sunderland isimli bir yazar cinsiyetçi dilin değiştirilemeyeceği, durdurulamayacağını söyler.  Bu ancak toplumsal rollerdeki kadın erkek eşitliğine tam inançla mümkün olacaktır. 

Dil, psikolojik şiddetin de bir aracıdır, gösterilen şiddetin maduru, ‘ kadın ‘ kelimesine reva görülendir ve ‘ kadın ‘ kelimesiyle kastedilen betimlemedir. Bu nedenle kadın kimliğine saygı oluşmadıkça ve buna gönülden inanılmadıkça cinsiyetçi ve ayırıcı söylemler hep olacak, bu da kadının sosyal rolleri açısından ayırımcılığı pekiştirmeye devam edecektir. 

 

Bu pekiştirici etkiden sıyrılmak için iyileşmeye konuştuğumuz dilden başlamalıyız. Kadın kelimesinin yarattığı duygulanımın, düşük statü ve cinsellik içeren basamaktan, saygın, emekçi, yaratıcı, üretici platforma taşınması gereklidir. 

 

Kadın ve erkeğin biyolojik farklılığına inanmakla beraber  asıl olan, kadının hayata kattıkları ile ona biçilen rolün tezatlığıdır. Kadın Türk toplumunun ve diğer toplumların büyük emekçisidir, toplumun yarısıdır; fakat ‘dile gelince’ kadına biçilen rol ve yeterlilik onu ikinci sınıfa koymaktadır. Asıl farkedilmesi gereken, kadını biçimlendiren toplumsal rollerden kadının kendi öznelliği, çalışkanlığı ve yaratıcı gücüyle sıyrılıp, nasıl farklılık katabildiğidir.

 Kadın buna muktedirdir…

 

Saygılarımla…

 

HİLAL-İ AHMER ( KADINLAR MERKEZİ)

Yeni akımlar ve kurumlarla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin, Osmanlı'dan devraldığı nadir kurumlardan biri Hilali Ahmer, yani şimdiki Kızılay...Bilinmesi gereken çok şanlı  bir geçmişi var.

 

Hilal-i Ahmer içinde  1912 yılında kurulan ama  Atatürk'ün isteğiyle 1924 yılında  kaldırılan bir örgüt var, 'Kadınlar Merkezi'...Atatürk gibi kadın haklarını silbaştan yapılandıran bir liderin, bu örgütü  kaldırması size garip gelmiş olabilir ama ardındaki düşünce tahmin edebileceğiniz gibi  çok incelikli... Eşitlikçi politikalara aykırı ve  kadın erkek ayrımcılığını duyumsatıyor diye özellikle kadın sözcüğünü bu örgütün isminin başında istememiş.Tıpkı şimdiki bazı feminist akımlar gibi…O tarihden sonra da, Kadınlar Merkezi isimli iç  örgüt,  çalışmalarını Hilal-i Ahmer bünyesinde sürdürmüş.

 

Batılılaşma akımlarının süregeldiği Tanzimat yılları...

 Salib-i Ahmer isimli yardım cemiyeti, Cenevre’de kurulmuş ve Osmanlı’da  da bir benzerinin kurulmasına esin kaynağı olmuş. Bir yardım cemiyetinin kurulması teklif edilmiş fakat başlangıçta hiç umutlu olunmamış ; ‘bir fayda beklememekle beraber zararı da yok’ denerek Hilal-i Ahmer’in kuruluşuna izin verilmiş.Kuruluş izni, tarihi bir karar; çünkü bu dernek, milli mücadelede halkın ve direniş cephesinin hep yanında mevcudiyet göstermiş.

 

Sultan Abdülaziz ve annesi Pertevniyal Sultan’ın himayesi ve desteğinde açılmış.Daha sonradan ileri gelen devlet erkanlarının eşleri de bu birlikteliğe katılmış ama bu katılım hep sınırlı kalmış.O yıllar batı ülkelerine yakınlık sağlanmaya çalışılan yıllar..Bir konuşmada batıdan gelen ışığa Osmanlı'nın kapılarını kapatmadığı , çok erken vakitlerden itibaren ülkenin doğusunda da şubelerin açılmaya başladığı ve 10 hanım üyesinin olduğu bahsedilmiş.Batılılaşmanın bir  göstergesi olarak da ‘kadın üyeliklerin bulunması’ dile getirilmiş.'Kadın varlığı' modernleşme ve değişim adımı  olarak sunulmuş.

 

Aslında derneğin ilk kuruluş metninde kadınların da üye olabileceği belirtiliyor fakat bu,  ülkenin kadınlar üzerindeki baskıcı tutumuyla sadece kağıt üzerinde kalıyor ,pek rağbet görmüyor.Sonradan derneğe üyelikler oluyor fakat ‘kadınlar kalemi’ ayrı tutuluyor ve merkezle bağlantıya direkt olarak izin verilmiyor.Yazışmalar ve bağışlarda,  aracı komisyonlar oluyor ve kadının dernekte aktif etkinliğine izin verilmiyor.

 

Hilal-i Ahmer,kuruluşundan itibaren batı ile iletişim konusunda hep etkin olmuş.Kurucular içinde devlet erkanının eşleri ve annelerinin de olması toplum gözündeki değerini ve güvenilirliğini pekiştirmiş. İlk yıllardan itibaren sadece yardım çalışmaları değil , savaşta ve barışta Türk halkının yanında bulunarak,siyaset ve ekonomide söz sahibi olmuş.Gelir sağlayıcı girişimlerde bulunmuş,sanatevleri ,kurslar,sergiler açmış.Osmanlı'nın çöküşüyle beraber inişli çıkışlı bir seyire de sahip olduğu olmuş.

 

1911 yılında yeniden yapılanmaya giderek, Trablusgarb ve Balkan savaşlarında etkinlik göstermiş ve önemine daha çok inanılmış.Birinci Dünya Savaşındaki etkinliğinden sonra Kurtuluş Savaşında da büyük desteği olmuş.Bu yıllarda, artık, yöneticilerinin çoğunun hekim  olduğu bir 'aydınlar ocağı' haline gelmiş ve Kurtuluş Savaşı yıllarında bir ' karargah' niteliği kazanmış.Cephe ve cephe gerisindeki askerlere,mübadale ile değişim gösteren göçmenlere,savaş esirlerine,aç kalan sivil halka  yardım edip,  doğal afetlerde de halkın yanında olmuş.

 

 

II.Meşrutiyet’in modernleşme akımları ile beraber pek çok kadın derneği kurulur ve  Hilal -i Ahmer içerisinde kurulacak bir kadınlar kolunun da derneğe çok destek verebileceği düşünülür.Bir kadın doğum uzmanı olan Dr.Besim Ömer Paşa'nın medyayı da arkasına alarak başlattığı çalışmalarla 1912 yılındaki ilk olağan kongresinde 'Kadınlar Merkezi' kabul edildi.Fahri başkanlığını Sultan Reşat'ın annesi ,fiili başkanlığını Sadrazam Kamil Paşa'nın eşinin yaptığı,Dışişleri bakanı Rıfat Paşa'nın ve diğer yüksek bürokratların eşlerinden olmak üzere 100 civarında kadının üyesi  olduğu bir topluluk haline geldi.Hilal-i Ahmer Kadınlar Merkezine verilen destek İttihat  ve Terakki döneminde de devam etti , Enver Paşa'nın annesi  ve Talat  Paşa'nın eşi de merkeze destek verdi.Düzenlediği etkinliklerle yurtiçi ve yurtdışından hatırı sayılır düzeyde bağışlar topladı.

 

 Hastabakıcılık ve hemşirelik kursları açıldı ve öncelikli olarak tanınan ailelerin kızları öncülük etti.Kurs alan kızlar cephede ve cephe gerisinde mesleklerini icra ettiler.Kadınlar Merkezinin düzenlediği sergiler,el ürünlerinin satıldığı pazarlar,müsamere ve balolar bağış toplamak için kullanıldı.Kısa sürede örgütlenerek Avrupa'daki Salib-i Ahmer’e de destek vermeye başladılar.Bu çabuk örgütlenme üzerine, yabancı ülkeler elçiliklerini görevlendirerek bu ilişkinin arttırılmasını  talep ettiler.

 

Kadınlar Merkezi'nin etkinlikleri ve başarıları derneğin imajını daha da parlattı ve yabancı ülkelerle ilişkileri de iyi yönde etkiledi.Yabancı ülkelerle bazı yazışmaların Hilal-i Ahmer Cemiyeti üzerinden yapıldığı da biliniyor.Yine o yıllarda güven telkin ettiği için,yurtdışında yaşayan Türklerin milli mücadele yıllarındaki bağışları da Hilali Ahmer üzerinden yapılmış.

 

Ayrıca kadının toplumda varolması ve eşitlik ilkelerinin    başlangıcı açısından , kadının etkin ve başarılı olduğu böylesi bir cemiyetin olması ülkedeki kadın algısı üzerine olumlu katkılar sağlamış.Anadoludaki mülki erkanın eşlerinin de öncülük etmesi, topluma örnek ve cesaretlendirici bir unsur olmuş.O yıllara kadar  ülkede pek hız bulamayan kadın hareketleri ,Kadınlar Merkezi ile istediği ivmeyi yakalamış.Yardımsever Türk halkının bu kabullenişinde hayır işleri yapılıyor olması da etken olmuş.

 

Kadınlara dernek bünyesinde konferanslar ve eğitimler düzenlenmiş.Kızlara diploma törenlerinin düzenlenmesi ,çekinmeden hocalarıyla tokalaşmaları, fotoğraf çektirmeleri basında paylaşılmış. Müsamerelere daha sonradan erkeklerin de davet edilmesi,kadınların peçeleri atarak Hilal-i Ahmer Çiçek günlerinde çiçek satması ve hilalli rozet satışıyla bağış toplaması o yıllar için başarılması güç adımlar olmuş.Kızların satış yaparken olan görüntülerinin olduğu kartpostalların satışından da gelir elde edilmiş.Bu modern görüntüler Türk kadınının yeni imajı için de yol gösterici olmuş.

 

Cemiyet, ilaç,tıbbi malzeme,sargı bezi ve cepheye ihtiyaç kıyafetler için yüklü miktarda bağış toplayarak  devletin önemli yükünü üzerine almış.

Osmanlı'nın Balkan topraklarını kaybetmesiyle, mübadele yıllarından önceki yıllardan itibaren başlayan bir göçmen akını bulunmaktaydı.Buralardan gelen tüm varlığını savaşta yitirmiş,aç ve yardıma muhtaç göçmenler vardı.Sağlık hizmeti dışında bakım,gıda,barınma,kıyafet gibi ihtiyaçları  vardı. Bu insanlara gelir üretecek iş kazandırmak gerekliydi.Gelen göçmen kadınlara, Kadınlar Merkezi bünyesinde el sanatları öğretildi, çok az bir sürede yüzlerce kadın el sanatlarını öğrendi.Ortaya çıkan ürünler yurtdışı dahil alıcı buldu, gelir elde edildi.Böylelikle göçmenlerin yarattığı mali külfet karşılandı,üzerine askeri ve sivil ihtiyaçlar için para ve malzeme elde edildi. Balkan savaşlarından itibaren askerler için Hilal-i Ahmer Cemiyetinden istenen pamuklu ve yün örgü kıyafetler,battaniye,çorap,eldiven,  Kadınlar Merkezi ve Sanat Evi  tarafından dokundu.Askerlerimizi,kadınların özlemle dokuduğu bu ürünler ısıttı...

 

Kızılay bünyesindeki Kadınlar Merkezi, Türk kadınının cesaret,azim,kararlılık,yaratıcılık gücünü gösterdi, her biri milli mücadelenin birer neferi oldu...Türk kadınının aydınlık yolu, onların açtığı haklı gurur üzerinde kuruldu.

Modern Cumhuriyet kadınını,emekleriyle Onlar 'doğurdular'...

 

Sonsuz saygılarımla...

 

ERKEK EGEMENLİĞİNDE KADIN

ERKEK EGEMENLİĞİNDE KADIN

 

Herşey ihtiyaçtan.. Hani şu feminizm diye burun kıvırdığımız siyasal ve toplumsal duruş da ihtiyaçtan…

Feminizm , 17. Yüzyılda İngiltere’de kapitalizmin gelişmesiyle kendini ‘toplumdan dışlanmış bir kategori’ olarak gören kadının haklı talebiyle konuşulmaya başlanmış.18. ve 19. Yüzyılda kadın toplumsal alandaki konum, durum ve sorumluluğunu sorgulayarak dönüştürme yoluna gitmiş.Günümüze kadar gelişen ve dönüşen feminist yaklaşım, kadının hayatını değiştirecek kararların kadının denetiminde olmadığını savunur.Simone de Beauvoir da “kadın doğulmaz, kadın olunur” diye düşünür.Yani kadın olmak ve edilgenlik, doğuştan itibaren kadın cinsine öğretilir.

Kadının asıl yeri konumundaki aile, modernleşme kültürü ve sanayileşme ile birlikte bu yeni kültüre entegre edilmiştir. Böylelikle yüzyıllardır gelen kadının dışlanması kültürü, bu alana da yansımış ve kadın iş hayatı ve sosyal yaşamdan giderek soyutlanmıştır.

Sosyal toplum örüntüleri kadınların haklarını elde etmeleri ve kullanmaları yönünde zorlaştırıcıdır. Hane ev yaşantısı toplumun en küçük birimidir ve kadına fedakar olmanın öğretildiği birim alandır.Fedakar olma, karşılıksız özveride bulunma, sabretme, hizmet etme, sadık olma gibi değerlerin öğretildiği, yüceltildiği bir birim alan…

Peki bu anlamda ne yapmak gerekliydi? Kadınların bu çarkı kırması için gereken eğitimdi fakat ataerkil düzendeki erkeğin ‘olur’ unu alabilen bir eğitim…Bir süre ulus devlet fikrine sadık ve ona hizmet eden evlatlar yetiştirmek gayesiyle kadının ufkunun açılması tercih edildi.(Berktay, 2003). Yani yine eşitlik ve toplumdaki kadının reddedilemez üretim gücü değil , aynı ataerkil öğretinin devamlılığını sağlama gerekçeleriyle salahiyet verilmiş.

Kadının ekonomik anlamda erkeğe bağımlılığı, sosyal hayattaki güç ilişkisinde de kadını ikincil konuma sokmaktadır. Kadın ve erkeğin yaratılış anlamında farklı olduğu ve iş kollarının bile buna göre sınırlandırılması gerektiği fikri toplumu kadın gibi güzide bir canlıdan mahrum bırakacaktır.Yapılan bir çalışmada yönetim kurulunda kadın bulunduran şirketlerin verimlilik ve gelirlerinin çok daha yüksek olduğu bulunmuş.Çünkü kadın adil, vicdan sahibi,yaratıcı, çalışkan, görevi emir algılayan, disiplinli, düzenli ve bu kadar katı kavrama bir şekilde başararak duygusal zekasını da katabilen bir canlıdır. Kadın kamusal alanda varolmalıdır.Fakat siyaset, ticaret, ekonomik ve diğer alanlarda kadın oranı halen çok az. Kadının yoğunluklu bulunduğu sektörler eğitim, sağlık ve hizmetin ön planda olduğu sektörler.Bu sektörlerde de görevi üst yönetim aşamaları değil..Türkiye’ deki kadınların üçte biri ev hanımıdır. Bence ev hanımlığı, ‘duygusal bakım’ da içeren zor ve hayati bir meslektir, ama kanuni hakları yeterince korunmadığı için kadını güçlü, yeterince hak sahibi ve bağımsız yapamamaktadır.

Eğitim ve akıl, eril iktidar karşısında kadının güçlenmesini sağlayacak ve sessizlik, koşulsuz sadakat, boyuneğme, kabullenme gibi öğretilen ve dayatılan maharetlerle ! , kadını çevreleyen dört duvara hapsini engelleyecektir. Chris Weedon’un tanımladığı ataerkil ilişkinin yani “kadın çıkarlarının erkek çıkarlarına tabi kılındığı güç ilişkisi” nin dışına çıkacaktır. Kadının eğitimi , hayatlarına dair karar alma mekanizmalarında özgürlük, ekonomik, sosyal, kültürel anlamda varolma, kişisel güven kazanma, sosyal yaşama katılma ve başkalarının kendisine yönelik olan sınırlarını belirleyebilme gücü kazandıracaktır.

Bir düşünür; her bireyin üzerinde eşsiz bir desen damgalanmış bir tohum olarak dünyaya geldiğini ve kim olduğunu keşfetmeye ihtiyacı olduğunu söyler. Nüfusun yarısı biziz…Ülkenin köşede bekleyen , gerekirse ! zulmedilen yarısıyız. Ülkenin değerleri için keşfedilmemiş ve kaybedilen özgün iş gücüyüz..Eğitim diyorum ama o yolda da erkeklerden daha yoğun güç, titizlik, özveri, hatasızlıkla ve binbir önkesmelerle mücadele ettiğimizi bilirim. Bu ayrı dava…

Yine de kadının aşkın ruh hali ve becerisini ortaya koyabileceği tek çıkış yolu eğitimdir.

Saygılarımla…

GÜZELLİK ÖNEMLİDİR !

GÜZELLİK ÖNEMLİDİR !

Dünyada her şey ve herkes, her konuda, 'kendince güzel ve iyiyi' bulma yönünde bir gayret içindedir.

Kadın için de güzellik önemlidir, çünkü kişinin bedenini güzel hissetmesi benlik gelişimi açısından önemlidir.Nasıl göründüğümüze dair oluşan fikir, biraz karışık yollardan gelir...Duygu,deneyim,kendimizin ve toplumun kültürel özellikleri ve beklentilerine göre şekillenir.

Kabul edilen güzellik standartlarına yakın değilsek benlik değerlendirmemiz düşük olabilir.Vücudunu beğenmeyen kişilerde depresyon olasılığı daha çok . Ama bu arada, depresyona girince de vücudu kötü algılama başlıyor. Yani yumurta tavuk,tavuk yumurta hikayesi...Bu durum yaşla beraber farklılık gösteriyor.Genç yaşlarda bedenimizdeki problemler depresyona neden olurken,yaş ilerledikçe depresyonda olma hali vücut algımızı bozar oluyor.Yani biz yetişkinlerde, sıkıntılı ruh haline sahip oldukça bedenimiz konusundaki beğenimiz düşüyor.

Beden algımız, beğenimiz yükseldikçe neler oluyor peki ? Kadın gebe kaldığında eğer beden algısı iyiyse, kadının gebeliğe dair kendine güveni daha yüksek olabiliyor.Hatta bu gebelerde cinsel hayatın devamlılığı bile daha mümkün olabiliyor.Cinsel hayatın iyiliği için de bedeni iyi hissetme gerekiyor.

Yine kadın kendini bedenen kötü hissettikçe, meme muayenesi ve jinekolojik muayene gibi mahremlik içeren muayenelerden de kaçıyor.İlginç bir araştırma var: Benlik saygısı,beden algısı ve umut düzeyi yüksek kadınların, rahim ağzı kanseri taramalarına daha çok gittiği ve böylece erken tanının daha çabuk konabildiği gözlenmiş..

Vücudumuzu nasıl algıladığımız dinamik yani değişkendir,hayat boyu değişir,çeşitli durumlara bağlıdır.

Yaşadığımız yaş dönemiyle beraber değişebilir örneğin...Ergenlikteki algı farklıyken, gebelik ve menopozdaki algı farklı olabilir.Ergenlikte sivilceli,koca burunlu olduğumuzu düşünürken,gebelikte şiş,hantal,sevimsiz,menopozda kırışmış,cazibesini yitirmiş,güçsüz algılayabiliriz.Beraberinde de güven duygusu ve benlik saygısını içten içe yıpratırız.

Yaşanan hastalıklar da vücut algımızı değiştiriyor elbet...Bütünlük ve güzellik algımızda memeler çok önemli.Bu yüzden meme kanseri geçiren kadınlarda yapılan psikososyal çalışmalar da çok fazla..Meme protezi yapılsa bile kadının bütünlük algısı üzerine etkisi az olmakta.

Sosyal durum da beden algısını değiştirebiliyor.Bir çalışmada gebelerdeki vücut algısının ,gebenin ekonomik durumuna göre değiştiği görülmüş. Ne kötü ki, fakirleştikçe bedene dair güzel hislerimiz azalıyormuş. ‘Eşiyle ilişkisini kötü’ olarak gören kişilerin de beden algısının düşük olduğu,bedenlerini beğenmedikleri tespit edilmiş.

Vücut algısında geçmiş aile yaşantısı da çok önemli.Anne ile ilişkisi iyi olan çocuklar vücutlarını beğeniyorlar.Babasıyla ilişkisi iyi olan çocuklar da ona keza...Ama anne babası ayrılmış olan çocuklarda, yetişkinliklerinde vücut algısının ve benlik saygısının daha az olduğu görülmüş.Çocukluk yaşlarında alınan güven hissi , yetişkinlikteki iyi algılama düzeyimizi etkiliyor.

Cinsiyete göre de beden memnuniyeti değişiyor.Erkeklere göre vücudumuza güvenimiz daha düşük.Onlar vücutlarını beğenirken ya da önemsemezken, bizlerin kendimizi kötü hissettiği zaman çok.Ayrıca erkeklerin yaşam doyumları kadınlara göre daha yüksek, hayattan daha çok zevk alıyorlar, kadınlarınsa daha düşük.Yaşamdan aldığımız doyum arttıkça vücudumuzu daha güzel algılıyoruz.Kısaca; hayattan zevk aldıkça güzelleşiyoruz...

'Kendini iyi hissetme hali' , 'wellness' önemlidir.Çünkü karşılıklı olarak tatmin olunan ilişkileri,üreticiliği,yaratıcılığı arttırır,yaşamdan doyum alma yolunda gereklidir.Toplum sağlığı için de bu anlamda ‘iyi hissetme’ çok önemlidir.

Eee benim hiç güzel yanım yok ! demeyin şimdi..Olanı keşfetme, güvenimizi arttırma,benlik saygımızı yükseltme zamanı..Hadi şimdi ayna karşısına, iddia ediyorum ki, muhakkak güzel bir yanınız vardır. Gözünüz, dudağınız, dişiniz, çeneniz, gözünüzdeki ışıltı güzeldir...Olmadı mı, memeniz, gıdınız, göbeğiniz,kalçanızın üzerindeki gamze ya da duruşunuz güzeldir. Hiç mi şans yok, belki de sesiniz, fikriniz, gönlünüz güzeldir…

 

Daha güzelleştiğimiz günlere...

 

Saygılarımla...

YATAK ODASI POLİTİKASI

YATAK ODASI POLİTİKASI


 Nüfus,ekonomik,askeri ve siyasi bir güçtür.Ülkenin eğitim, sağlık,istihdam,barınma,şehir planlaması,tarım,sanayi, üretim politikaları üzerinde asıl belirleyicidir.

 

Türkiye nüfusu ,1960 lı yıllara kadar pronatalist (doğumu teşvik edici ) politikalara sahip olmuş.Fakat zamanla artan nüfus, ekonomik ve sosyal sorunlara yolaçmaya başlamış ve ardından nüfusu azaltıcı politikalar belirlenmiş.Aradaki hassas dengeyi korumak adına zaman içinde  politikalar değişime uğramış durmuş...Bana ne bunlardan deyip bu politikaların sizi hiç etkilemediğini düşünebilirsiniz. Ama taktıracak yer bulamadığınız spirali,sağlık ocağından her zaman temin edemediğiniz kondomu , istemediğiniz gebeliğin sonlandırılmasının güçlüğünü ya da sağlık güvencenizin karşılamadığı kısırlaştırma yöntemlerini düşünürseniz, aslında  tam da göbeğinde olduğunuzu anlarsınız. Bu politikalar, yatak odanızın tam ortasından geçer...

İkna edici bir yazı olduğunu düşünüyorum, okuduktan sonra ‘hadi nüfusu arttırmaya’ diyeceğinizi duyar gibiyim...

 

Tarih boyunca nüfus, salgın hastalıklar, savaşlar,açlık nedeniyle azalmış ama insanlığın nüfusuyla toplum olarak güçlü olma isteği hep varolmuş.Birey,aile,toplum ve millet güvenliği için savaşlar çıkmış.Ölenin yerine yeni bireyin gelmesi , askeri ihtiyaçlar ve üretim işgücü açısından hep istenmiş.

 

Nüfusu koruma adına  Antik Yunan'da evlilik zorunlu hale getirilmiş, Roma 'da miras haklarından evli ve çocuklu olanlar daha çok faydalanmış.

 

Dini olarak da  Kuran ve İncil'de  çoğalmayı ve  ardından rızkın kendilerine verileceğini söyleyen  bölümler var.

 

BAZI TEORİLER

Kişilerin refahını arttırmak için ya verimli üretim ya da çalışan sayısının arttırılması gerekir.Nüfusun azalması ve yaşlanma, işgücü kaybı ve askeri güç açısından sıkıntı yaratır. Ama bir yandan da gelişmemiş  ülkelerde nüfus artışının, eğitimsiz bireyi arttırarak  iktisadi gelişmeyi azaltacağı da düşünülür.Dolayısıyla bölgesel ve kaynaklara göre nüfus artışını öneren görüşler de vardır.

 

Sosyal bilimci teorisyen Malthus fakirliğin nüfus artışından kaynaklandığı, nüfusun geometrik olarak,  kaynakların aritmetik olarak arttığını söyler.Sosyal devlet olmanın karşısındadır.Bunun üretimi değiştirmediği ama nüfusu dayanaksız bir şekilde arttırdığını düşünür.Nüfus artışı daha çok sermaye kullanımı gerektirir.Eğer sermaye artışı nüfusu beslemeye yetmezse fakirlik başlar.Nüfus artışı kentleşme ve göçü de arttırır.Kentleşme ise sermaye ve teknolojinin etkisiyle kaliteli iş gücüne gereksinim duyar.Gelir artabilir ama nüfusun fazlalığıyla kişibaşı gelir, yine düşük kalabilir.Yani fakirlik devam edebilir.

 

ÜLKEMİZDE NASIL OLMUŞ?

 

Gazi Mustafa Kemal, 1mart 1923 tarihli yasama yılı açılış konuşmasında,  'Efendiler, nüfus sorunu bir ülkenin en önemli hayati sorunlarındandır' der.

(mümkünse tamamını okumanızı tavsiye ederim,müthiş bir konuşma  https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d4yy.htm )

 

 

 

 

 

Bu yolda nüfus sayımları önerilir, doğurganlığı arttırmaya,bebek ve çocuk ölümlerini azaltmaya yönelik önlemler alınır,en çok öldüren hastalıklarla mücadele edilir,sınırların dışında kalan imparatorluk vatandaşları ülkeye davet edilir.

 

O yıllarda sömürü zihniyetini devam ettiren ülkeler nezdinde yüksek nüfuslu olmanın önemli olduğu düşünülmüş.Avrupada da doğumu arttırıcı politikalar gündemdeyken,Mussolini yaptığı bir konuşmasında Türkiyenin nüfusunun aslında 6 milyon olduğunu söylemiş ve bu Türkiye'ye bir tehdit olarak algılanmış.

 

1926 yılında asgari evlilik yaşı erkekler için 18, kadınlar için 17ye çekilmiş, 1938 yılında evlilik yaşı yeniden düzenlenerek erkekler için 17, kadınlar için 15 olmuş.

Çocuk düşürmeyle ilgili kanunlar 1936 yılında ' ırkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine suçlar' kapsamına alınmış ve cezası arttırılmış. Buradaki suçun büyüklüğüne , kadının sorumluluğuna ve yaşayabileceği risklere bakar mısınız ?!

 

1929 yılında beşten çok çocuğu olanlardan yol vergisi alınmamış,1930 yılında altı ve daha fazla çocuğu olan kadına madalya ve para ödülü uygulamaları olmuş.Gebelikten korunma yöntemlerinin ithali durdurulmuş.1938 yılındaki değişikliklerle çok çocuk olması durumunda vergi muafiyetleri,toprak tahsisinde öncelikler gibi düzenlemelere gidilmiş.

 

 Samsun milletvekili Hamdi Bey ,  1920de Bekarlık Kanunu” teklifini TBMMye sunmuş, 25 yaşını doldurup evlenmemiş olanlardan bekarlık vergisi alınmasını istemiş.Bu kanun kabul edilmemiş fakat takip eden yıllarda  benzer kanunlar teklif edilmiş.1949 yılında dolaylı şekilde de olsa bekarlık vergisi, Gelir Vergisi Kanununun 90. maddesi ile Bekarlık Zammı” adı ile yasallaşmış.

 

Tek parti egemenliğinin olduğu 1960 lı yıllarda ulusçuluk kimliği daha  belirgin hale geldi.Sanayileşme açısından   kol gücü istenmekte ve uluslararasında nüfusun büyüklüğü iyi ilişkiler için ön plandaydı.Fakat zamanla nüfus artışının ekonomik ve sosyal gelişmeyi kötü yönde etkilediği düşünüldü. Sağlık imkanlarının iyileşmesi, ölümün azalması,tarımda sanayileşme ve askeri ihtiyaçların daha çok silahlanmaya kaymasından dolayı, bu sefer doğumu engelleyici politikalara geçildi.Bu yıllardan sonra doğum hızı sürekli şekilde düşmeye başladı.

 

Yine de herşeye rağmen üremeye dair politik görüşün değiştirilmesi zaman almıştır.Bu süre zarfında uygunsuz ortamlarda yapılan düşükler, kadının kendi imkanlarıyla düşük yapmaya çalışmasının ciddi sağlık problemleri getirdiği ispat edilerek,  kanunlarda değişiklikler başarılabilmiştir.Anne ölümlerinin yarısının düşüklerde olduğu gözlenmiş.

 

 

1963-1967 yılları arasında uygulamaya konulan 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda bu ölümleri azaltmak için gebeliği önleyici araçların ithaline izin verilmesi görüşülmüş, programda yeralmak isteyenlere eğitimler planlanmış.Zamanla 1936 yılındaki üremeye zorlayan kanunlar esnetilmiş, sonraki yıllarda  yapılan değişikliklerle son şeklini almıştır.Şu anda 10 hafta altındaki gebelikleri sonlandırabiliyoruz.

 

İLGİNÇ VERİLER

Toplam doğurganlık hızı; bir kadının doğurgan olduğu dönemde ortalama doğurabileceği canlı çocuk sayısıdır. Bu değerin 2,1in altına düşmesi, nüfusun

kendisini yenileyememesi demektir. Toplam doğurganlık hızı son yıllarda bu civarda,böylelikle nüfusun yenilenme düzeyine yakın bir doğurganlık seviyesine ulaşıldı.

 

Ortanca yaş tüm nüfusun yaşını sıralarsak, ortada kalan yaşdır.Ortanca yaşın genç yaş grubunda olması, o ülkedeki çocuk ve genç nüfusunun fazla olduğunu göstermektedir. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 2012de 30,1

iken, bu sayının 2023te 34e, 2075 yılında ise 42.9a çıkacağı tahmin edilmektedir.

 

 2023 yılına gelindiğinde 65 yaş üstü yaşlı nüfusun 8,6 milyon kişiye, yaşlıların toplam nüfusa oranının ise %10,2ye yükseleceği öngörülür. Bu da 2023 yılından itibaren Türkiye nüfusunun yaşlanacağını göstermektedir.

Bir başka deyişle çalışma çağındaki nüfus azalmaktadır. Bu, üretimi gerçekleştirecek aynı zamanda da bağımlı nüfusa bakacak  nüfusun  küçülmesidir.

 

 65 yaş üzerindekindeki büyüklerimize  yönelik harcamalar devletin toplam harcamaları içinde önemli bir yerdedir.  ABD ve Almanya'da yapılan çalışmalarda yaşlılar için  harcanan kişi başına paranın, eğitim çağındaki  çocuklar için harcanan paradan üç dört kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Ömürlerin uzaması ve sağlık imkanlarına erişim ile bu oranın daha da artacağı  tahmin edilmektedir.

 

Türkiye doğurganlığı şu anda düşmekle birlikte henüz tam olarak yaşlanmamış bireylerden oluşmaktadır. 'Fırsat penceresi' yaklaşımına göre, Türkiyenin bu fırsatı kullanması için yaklaşık 25-30 yıllık bir zamanı bulunmaktadır. Yani, Türkiye önümüzdeki yıllarda  genç nüfusu  istihdam edebilirse, ihtiyaç duyduğu ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilecektir. Bu durum sonsuza kadar sürmeyen bir fırsattır.Çünkü şimdiki  nüfusuyla  övündüğümüz genç nüfus bir süre sonra yaşlanacak ve bu büyük nüfus bağımlı hale gelecektir.

 

2050 yılından itibaren nüfusu gittikçe yaşlanacak Türkiyede biran evvel pronatalist politikalar uygulanmalıdır. Nüfus artışının desteklenmesi  konusunda yoğun karşı tartışmalar olduğunu biliyorum.

 

Şu da var ki; alınacak  tedbirlerde kadın bu politikaların payandasıdır...Sağlık  imkanlarıyla birlikte devletin çalışan ve üreten kadına desteği zorunludur...Onların ve ailesinin işgücüne katılımını destekleyen ve kolaylaştıran  politikaların hayata acilen geçirilmesi gerekmektedir.

 

 

Saygılarımla...

#ERKEK YERİNİ BİLSİN

#ERKEK YERİNİ BİLSİN

 

Tüm dünyada zaman zaman kadınların sıkıntılarını dillendiren akımlar olur,geçer.Bu seferki ‘ruging’ isimli bir twitter kullanıcısının ‘kocam isterse çalışabilir’ tweetiyle ülkemizde başladı.Dolayısıyla bizi daha yakından anlatan,fazlasıyla can yakıcı, yerli ve milli bir akım oldu.Öyle cümleler var ki bu hastagh altında; tıpkı zor bir matematik sorusu gibi ,tekrar tekrar yavaş yavaş okuduğunuz, anlamakta ve içinize yatırmakta güçlük çektiğiniz… Bu akımda kadınlara dair söylenmiş  cinsiyetçi , ayırıcı ve ötekileştiren sözler, erkeklere uyarlanıyor. Bu cümlelerin asıl hali ,toplumda yaygın olarak inanılan fikirler.Bir kısmı siyasetçiler, din adamları , söz sahibi kişiler tarafından edilen laflar. Bu sözlerin erkeklere söylenmiş olduğunu düşününce kafanız allak bullak oluyor, eğer biraz vicdanlı bir insansanız içiniz sızlıyor. Aralarında acıyla karışık gülerek okuduklarınız da var. Ben de hayali bir erkek karakter yaratarak bu tweetleri ona yükledim ve onun ağzından bir hikaye yazdım size.Bu sert kabuğunu kırmaya çalışan erkek karakterin öyküsünü, bakalım beğenecek misiniz? Başlıyor…

 

 

Boyum pek uzamadı, her ne kadar ‘erkeğin g.tü yere yakın olanından korkacaksın’ deseler de ben  iyi bir insanım. ‘Erkeğini dövmeyen dizini döver’ mantığıyla büyüdüm. Dayak yemedim de, çok kulağım çekildi namuslu, iffetli bir erkek olayım diye…

 

18 yaşında oldum.Yıllar geçti, evleneceğim günler geldi.Biran önce baş göz etmeye çalıştılar bizimkiler.Eee derler ya ‘erkeği boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya kaçar’. O hesap işte…Nasibim de iyi biri olsa diye geceleri yıldızlara bakar dalarım. ‘Erkek dediğin evinden damatlığıyla çıkar, kefeniyle döner’ bir kere. Mutsuz olup geri dönmek mi! şeytan kulağına kurşun…Her ne kadar evlen, yaşın geldi bir erkek olarak deseler de benim gönlüm okumaktan yana.. ‘Erkek çocuk okur mu hiç’  diyen annemi güç bela ikna ettim, üniversite sınavına  girdim zorla. Sonuçlar yeni açıklandı. İstanbul’da, yaşadığımız bu şehirde, bir fakülteyi kazandım. Zaten başka bir şehirde yalnız okumama izin vermezlerdi. Onları bu konuda hiç zorlamadım bile..Devlet büyükleri ‘pozitif ayrımcılık uyguluyor, erkeklerin üniversite okumasını sonuna kadar destekliyoruz’ dediler bir kere..

‘Üniversiteye de gitsinler tabii’ dedi annem. ‘Ama evlenince nasılsa diplomayı alıp duvara asacak, evlerinin beyi olacaklar’.Bu söz üzerine boşuna mı okuyacağım diye içimden geçirmiyor değilim.

 

Okullar açıldı, İstanbul zor şehir, geceleri de tehlikeli. Pek çok erkek arkadaşım var başka şehirlerden.Anadolu’dan gelip buralarda olabilmek kolay mı?  Okuldan dönüş uzun, uykumun ve açlığımın bastırdığı saatler…Allahtan ‘Şişli belediyesi erkekleri her türlü tehlikeden korumak amacıyla pembe otobüsler yaptı’ da biraz nefes alabildik. ‘Saat 22:00 den sonra da durak dışındaki yerlerde de inebileceğiz’. İETT’ nin erkeklere ayrıcalıklı bir hediyesi. Kuytu yerler, alt geçitler, ara sokaklar insanın tüylerini ürpertiyor.Şarapçı kadınlar, dilenci sırnaşık kızlar peşinden ayrılmıyor insanın.Bazen ‘bir erkek gece gece  dışarıda geziyorsa aranmıştır, tecavüz eden kadının suçu yok, o saatte ne işi varmış bir erkeğin dışarda’ gözüyle bakıyorlar. Bir erkek için çok zor…

 

Başarılı bir üniversite hayatından sonra üniversiteyi dereceyle bitirdim. Stajlarım falan da çok iyi geçti, ‘bir erkeğin şantiyede ne işi var’ deseler de, meslek elde artık…Bir kızı seviyor gibiyim, çok belli etmiyorum şimdilik, yanıma geldiğinde birazcık yüzüm kızarıyor sadece. ‘Nerde o yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğecek, gözünü bizden kaçırabilecek iffet sembolu, haya sembolü erkeklerimiz !?’  denir durur ya, ben onlardan biriyim işte !.

Onunla birlikte olunca çok gülüyorum, beni çok güldürüyor. Kendimi tutamıyorum, kahkaham çınlarken annemin ‘erkek öyle herkesin içinde kahkaha atmayacak’ lafı geliyor aklıma.

Aşık olurum diye ödüm kopuyor. ‘Erkek dediğin İstanbul gibi olmalı, fethi zor, fethedeni tek’. Hem ‘erkek kendini gelecekteki hanımı için saklamalıdır’, bu işlerde ‘erkek, kadının elinin kiridir’,

flört işini boş vermeliyim.Evlilik için erken daha, kariyerime odaklanmalıyım, evlendikten sonra ‘elin kızı diplomana değil yaptığın pilava bakar!’  derler ya, o yüzden kariyer işleri geri planda kalabilir.

 

Hoşlandığım kız, bir arkadaş sohbetinde göğsünü gere gere demişti ki; ‘erkeğin en güzel kariyeri babalıktır’. Düşündürdü beni bu durum ama zaten bizim oralarda da ‘erkeğin sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ derler. Boşuna okumadım ki ben, olur mu hiç öyle… Gerçi ne  bu bendeki maskülen ifadeler…Kız geyiklerinde diyorlar ki; ‘maskulinizmi savunan erkek çirkin ve şişmandır.Maskulinizm erkeği buluncaya kadar.’ ( Mola isteyip açıklayayım hemen: Erkeklerin, feministler çirkin ve şişmandır, karıyı buluncaya kadar feministim sonra değil güzellemesi var ya , hatırladınız değil mi?, o işte.Hikayeye devam…)

 

Bugün, dünya erkekler günüydü.Erkeğe yönelik şiddet yine kadınlar arasında tartışıldı durdu. Kadınların çoğu   ‘erkeğe şiddeti kınıyorum, ama erkek de yerini bilmeli tabii’ kafasında zaten.Yapmamalıyız, etmemeliyiz, ‘erkekler çiçektir’ ,’erkek düşmanı değilim, benim babam da bir erkek’ lafları falan filan..Konuşmacıların hepsi şiddeti uygulayan kadınlar. ‘Dünya erkekler gününde, bari birkaç tane de erkek konuşmacı olsaymış!’. Aralarında konuşurken duydum; ‘panele bir erkek koymamız lazım, yoksa kötü görünecek’ diyorlar.

 

Öğleden sonra, erkeklerin de çalışabileceği çok uzak olmayan bir iş yerine başvuruda bulundum. Erkek olduğumu duyunca gönülsüzce dediler ki, telefon üzerinden kayıt oluşturun. ‘Babanızın evlenmeden önceki oğlanlık soyadının iki ve üçüncü harfi’ derken kaydı tamamladım. Erkek işçi sayısını arttırma konusunda bir politikaları varmış duyduğuma göre. Müdürleri bir erkekmiş. ‘Erkekler elinin çamuruyla, yönetim işine karışmasın’ denir ama başarmış işte müdür olmayı…

Aslında ‘bir erkek için en iyi meslek öğretmenlik, çocuklarına evine rahat rahat vakit ayırır’ diyorlar ama…Belki de evleninceye kadar çalışırım. ‘Boşanmaların artmasının nedeni, erkeklerin iş hayatına girmesiymiş, asıl görevi olan kocalığı unutuyor çalışan erkek’ deniyor. Bakalım ne olacak!

 

Komşumuz Mehmet abi de iş arıyor, fakat karısı izin vermiyordu en son.Araları biraz limoni…Karısı Ayşe abla, çapkın kadın, gece alemleri pek bol…Aile büyükleri diyormuş ki; ‘dövmemiş, sövmemiş ne yapmış ya! Çapkınlık kadının fıtratında var, erkek dediğin azıcık sineye çekmeli! Evlenilecek erkek var, eğlenilecek erkek var, evlenmiş işte seninle yetmiyor mu !’

Karısı Ayşe abla da diyormuş ki; ‘kocam tutturdu çalışacağım diye. Yavv senin kazanacağın paraya ihtiyacımız mı var? Çok istiyor ,tamam çalış dedim, hevesini al. Çocuk olunca bırakacak nasılsa! Erkek dediğin kırar dizini evinde oturur’. Ayşe ablaya ‘kes sesini,erkek gibi dırdır yapma’ diyecek biri lazım .Neyse, sonunda ‘kocam isterse çalışabilir’ lafını koparmış Ayşe ablanın ağzından. İçimden geçiriyorum Mehmet abi çalışsa, Ayşe ablaya ne zararı olacak diye? Aslında ‘kadınlar da ev işlerine yardım etmeli, erkek yemek yaparken kadın da salatayı yapabilir mesela’.

Mehmet abinin işi zor bu gidişle..Onunla aynı yerde çalışsak, beraber gidip gelsek ne güzel olurdu.Hem mesaiye kaldığımızda dönüşte birbirimize yoldaş olurduk.Malum dolmuş cinayetleri oluyor, dolmuşta tek kalan erkeğe musallat olanlar çıkabiliyor. ‘Erkek köpek kuyruğunu sallamazsa dişi köpek kovalamaz, kadındır yapar, o adam da kuyruk sallamasaymış’ deniyor hep.

‘Senin babana abine yapılsa hoş mu?’ Hiç düşünmüyorlar bunu.

Aklıma geldikçe  küfredesim geliyor. ‘Bir erkeğin ağzına küfür hiç yakışmıyor’ deyip susuyorum.Birkaç gün yazılıp çiziliyor sonra  ‘erkek cinayetleri çok abartılıyor, bu toplumun başka sorunları da var. Sadece erkekler ölmüyor ki !’ deniyor .

Bir de, eee kadınız gözümüz kaydı napalımdiye tecavüzün olağan görülmesi durumu var.…

 

İşle ev çok uzak olacak, aslında ayrı bir ev tutayım istiyorum. Annem her dışarı çıkışımda ‘erkek başına gitme, laf söz ederler, bizi elaleme rezil etme’ der. Annem iyi kadın bana güveniyor ama dışarıdaki tehlikelere karşı beni korumak için yapıyor, biliyorum. Ablamın baskısından da usandım bu arada. ‘Ablam  kılık kıyafetime karışır, kırarım bacaklarını’ der durur. ‘Erkek dediğin beyefendi gibi giyinecek, oturmasını kalkmasını bilecek. Başı açık erkek perdesiz eve benzermiş’. Annemse evin içinde giydiğim şortta bile ‘o şortun boyu ne o oğlum, ablan bacaklarını kırar’ diye tasdik eder ablamı. Bir keresinde çok hastalanmıştım.Doktor da tesadüf bu ya kadın. Ablam çıldırdı ‘kadın doktora muayene olacakmış, gebertirim’ diye. Annem ablama sık sık der ki ‘aman kızım, sana el değmemiş oğlan buluruz, diğerleriyle gez, takıl’. Ben yapsam bunu öldürürler beni…

Babam, sık sık annemden dayak yer.Anneannem de der ki; ne olmuş kocasına bir tokat attıysa, karısı değil mi yapar, olayı bilmiyoruz hak etmiştir belki de’…Böyle bir ev işte, yaşaması güç.

 

İstiklal Caddesinde sinemadaydım bizim oğlanlarla. Gerçi geç oldu ama eve gitmeden bir şeyler atıştırayım dedim. Sabah sadece ‘enişten tost’ yiyerek çıktım yola, kurt gibiyim. Yeni bir restoran açılmış İstiklal’de. Ucuz ve lezzetliymiş, menüyse nefis… ‘Babalı oğlanlı çorbası, erkek budu köfte, dilaver dudağı tatlısı, sütlü Arif tatlısı’…Önden ufak atıştırmalıklar geldi, iştahla başladım. Allahım, yemek yemek ne güzel şey. Gerçi kilo almaya başladım dikkat etsem iyi olur. Derler ya ‘yemeğin salçalısı, erkeğin kalçalısı’

diye. ‘Erkek dediğin ele avuca gelecek’. Ama şişmanladıkça da sevmiyorlar bu kadınlar erkekleri. Neyse ‘çirkin erkek yoktur, bakımsız erkek vardır’ nihayetinde. Yemeğin üzerine tatlı siparişi vereyim derken, arka masadaki erkekle konuşan kadın garsonun sözleri takıldı kulağıma. ‘Dul erkeksin, bi şeye ihtiyacın falan olursa çekinme’ diyor. Bence ‘erkek fıtratı gereği yanlışa sapma eğilimindedir’. Sağlam dur diye içimden sesleniyorum genç dul adama, sağlam dur… Bu durumun üzerine tatlı yiyecek halim de hiç kalmadı vallahi. Restoranda televizyon açık, vakit geç oldu, haberlerin sonuna geliyor spiker.  Bir tecavüz haberi var kan donduruyor. ‘Tecavüzcü 3 genç kadın, beğendikleri erkeği kaçırmaya çalışmış’, tecavüzcü kadınlar diyorlar ki ‘o saatte şortla orada ne işi vardı?’.

Şiddet yanlısı bu sapık kadınlara ne yapmak gerekir ve erkeklere olan bu zulüm nasıl biter bilmiyorum.

Akşam çöktü, hafif de yağmur başladı, durağa yürüyorum. Sokağın çıkışında bir kaza olmuş, insanlar toplanmış. Söylenip duruyorlar, ‘iddaya girerim, o arabayı bir erkek kullanıyordur’ diye. Ölen kalan yoktur inşaallah. Durak kalabalık, otobüs geldi çok sıkışık değil Allahtan. Bir kadın fortçu acayip canımı sıktı geçenlerde. Korktum, utandım, bağıramadım. Otobüsde Ortaköy sahile bakan tarafa oturdum biraz keyifleneyim diye. Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Ortaköy Camii ....Ön koltuğa oturan aslında hali vakti yerinde olmadığı da belli olan bir kadın,  yanındaki kadın arkadaşıyla sohbette… ‘Benimki bu sefer de erkek çocuk doğurdu iyi mi? Ne zaman kucağıma bir kız çocuk verecek bilmiyorum, bıktım artık’ diyor. Yanındaki de onu teskin ediyor . ‘Üzülme. Kadınsın kadıın! Kadının dibisin… Heykelini yapmaya kalksak memelerine beton yetmez !’

Anlaşılan o ki muhakkak bir kız çocuk doğuracaksın evlenirsen.Bu kadın, adamı da dövüyordur, ‘erkeğin sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ kafasıyla…

 

 

İşte böyle, hikaye bana kalsa çoook devam eder ama köşedeki yerim ancak bu kadarına el veriyor. Hadi, artık normal hayata dönelim, kadın-erkek derken kafamız bir hayli karıştı.

Yazının bir kısmında gülmüş olabilirsiniz ama genel olarak biraz içinizin sızladığını düşünüyorum.Nihayetinde denebilir ki; eğer kadına şiddetin temelindeki cinsiyetçi dili farkedip, içinizin sızlamasını hissettiyseniz iyisiniz. Ama eğer değilse, vahşet yolunda emin adımlarla gidiyorsunuz demektir.

 

Yazıyı Atamızın bir sözüyle -yakıştığı gibi- kapatalım:

‘Ey kahraman Türk kadını ! Sen yerde sürüklenmeye değil , omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın’.

 

Saygılarımla…

ALMAK YA DA ALMAMAK

ALMAK YA DA ALMAMAK

Normalleşme adımlarının ilklerinden biri, alışveriş merkezlerinin açılmasıydı. Diğer ticaret merkezleri kapalıyken, neden AVM’ ler dedik durduk. İlk günde sıralara giren ve kameralara yakalanan insanlar ve hafif küçümser edayla dalga geçtiğimiz durumlar da oldu...Ekonominin çarkları için bu insanlara ihtiyaç duyuldu ama üstüne üstlük gidenle de dalga geçildi bir süre…Gidenlerin çoğu kadındı...Niye kadındı ve bizi neler etkiliyordu ? Kadınla erkek arasında alışveriş tarzı ve tutumu arasındaki farklılıklar neydi? Merak ettim ve bu konuda biraz okudum.

Tüketici alışkanlıkları ve pazarlama yöntemleri için kullanılan feminen ve maskülen tarzlar belirlenmiş.Kullanılan bir ölçekte feminenlik özellikleri ; anlayışlı, başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı, boyun eğen, cana yakın, çocuk ruhlu, çocukları seven, incinmiş duyguları tamir etmeye istekli, kolayca aldanan, kaba dil kullanmayan, kadınsı, merhametli, nazik, neşeli, övgüye değer, sadık, sempatik, sevecen, şefkatli, tatlı dilli, utangaç olarak belirlenmiş.
Maskülen ifadeler ise; atletik, bağımsız, baskın, tesirli, bireysel, erkeksi, görüşünü belirtmekten çekinmeyen, kuvvetli, güçlü kişiliği olan , hırslı, iddaalı, kendi düşüncelerini savunan, kendi kendine yeten, kendine güvenen, kolay karar alabilen, lider gibi davranan, liderlik yeteneklerine sahip, mantıklı, rekabetçi, risk alabilen, saldırgan olarak tanımlanıyor.
Biraz abartılı yanları olsa da bizleri çok iyi analiz etmişler , pazarlama ve reklamlarda bu kişilik özellikleri üzerinden çalışmalarda bulunuyorlar.

Erkeklerin bu özelliklerinden kaynaklı daha rasyonel, kadınların ise daha duygusal karar verdiği ve bu kararların satın
alma sürecine ve tüketimlerine de yansıdığı savunulmakta. Nasıl mı?Örneğin en çok yılbaşı hediyesini, mezuniyet ve doğum günü hediyelerini biz kadınlar alıyoruz, duygusalız. Erkeklerin alışveriş tutumu ise rasyonal , aynı tişörtten ve pantolondan birkaç taneyi hem de birkaç dakika içinde alabiliyorlar.

Alışveriş alışkanlıklarımızda cinsiyet çok önemli , o yüzden pazarlama teknikleri cinsiyet temelli olarak değişiyor. Bu nedenle de taktikler, kadın ve erkek için değişken.Her iki cinsin satın alma niyetleri farklı örneğin. Erkeklerin alışverişi 20 dakikada sonuçlanırken, bizlerde süre uzadıkça uzuyor , bazen de birşey alamadan son buluyor biliyorsunuz.

Marka ve reklamlara karşı tutumlarımız da erkeklerden farklı. Kadınlar sözlü, hareketli, süslü, karışık, ürün gruplarına göre sınıflanmış reklamları severken, erkekler karşılaştırmalı, yalın ve özellik temelli reklamları tercih ediyorlar. Feminen yapıdakiler reklamlarda daha detay ve bilgi ararken, maskulen yapıda olanlar daha yüzeysel bilgiye ve tek temaya yöneliyorlar.

Satın alma davranışlarında cinsiyetin yanında psikolojik cinsiyet yönelimlerinin de etkili olduğu düşünülüyor.Her insann içinde biraz feminen, biraz maskulen yanların olduğu bilinir. Reklamlardan ne anlaşıldığı ve ihtiyaçların belirlenme süreci de cinsel kimlikle beraber değişiyor.

Cinsiyetin alışveriş alışkanlıklarında önemi savunulurken, asıl farklılık getiren özelliğin kişilik özellikleri olduğu biliniyor.Fakat kişilik özelliklerine göre müşteri kategorizasyonu zor. Bunu son yıllarda akıllı telefon üzerindeki ilgi alanlarımız, dolaştığımız siteler ve uygulamaları kullanarak başarıyorlar. Bu sayede artık kişilik özelliklerimiz de son derece belirgin...
Yine yaş, gelir düzeyi , eğitim , yaşam tarzı da tüketici alışkanlıklarında önemli.

Kadının sosyal hayat ve iş hayatına girmesiyle beraber toplumsal cinsiyet rollerinin de değiştiği düşünülüyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin değişmesiyle kadının gelenekselleşmiş, kalıplaşmış cinsiyet rollerinin de değiştiği ve bu nedenle tercihlerini erkekler gibi rasyonel alışverişlerden yana kullandığı da görülüyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin değişmesiyle beraber kadınların feminen tercihlerinde azalma oluyor.
Sosyal statü arttıkça da toplumsal cinsiyet rolleri azalıyor ve kadınlar daha maskulen tercihlerde bulunabiliyor.

İşte böyle...Şimdi, bu pazarlama taktiklerinin hangisine seve seve kapıldım bilmiyorum ama bu haftasonu alışverişteyim. Farkedemedik henüz, memleketimize yaz geldi... Bir mayo, rengarenk çiçeklerle süslü bir şapka ve uyumlusundan terlik satın alayım, alışverişten dönüşte de tiramusu ve kahveyle normalleşme sürecini kutlayayım istiyorum.

Herkese iyi bir hafta sonu diliyorum.

Saygılarımla...

100% PRIVACY
PRIVACY NOTICE
 
Your reason for applying to our Antalya clinic and your personal information will be kept completely confidential within the scope of your legal rights (T.R. Ministry of Health Patient Rights Regulation R.G. 01.08.1998, 23420).
No information about your personal information, illness and treatment is given to other people.