AŞK ÖLDÜRÜR MÜ?
Submitted by gurayunlu on Mon, 04/26/2021 - 13:17AŞK ÖLDÜRÜR MÜ?
Son günlerde yüzüne kezzap atılan bir genç kızın, sevdiğini söylediği erkeği affetmesi ve birlikte olmayı tercih etmesi çokça konuşuluyor. Kıza desteğini çeken avukatları ve sivil toplum kuruluşlarının yanında, her ne olursa olsun yardıma hazır olduğunu ifade eden bu işe kendini adamış sivil toplum örgütleri de var. Bu arada bu kabulün, kızın şahsi fikri ve özgürlüğü olduğunu savunan da…
Oysa ki bu talihsizliğine uzanan sıkıntılarını hafifletmeye çalışan nice insan vardı. Cumhurbaşkanımızın özel ricasıyla, dünyanın en iyi plastik cerrahlarından Prof.Dr.Mehmet Mutaf ameliyatlarına başlamış, Acıbadem Hastanesi de tüm hastane masraflarını karşılamıştı. Hep birlikte bu kızın sorunlarına deva bulmaya çalışıyorduk.Şiddet nedenleri ve nasıllarıyla sadece şahsi bir mesele değildi, tüm toplumun meselesiydi. Şiddete hazırlayan pek çok etmen vardı, bu anlamda sürece destek olmak bir zorunluluk idi amaa… Bu kız çocuğu, o erkek çocuğunu büyüten ve ona vahşet tohumlarını eken anne babanın evine yerleşti…
Herşeye rağmen şiddetin mağduru olmayı devam ettiren kızı bu sürece hazırlayan neydi ? Bu örnek temelinde düşünmek, zaten ciddi sıkıntıları olan bir kız çocuğunu istemeden bile olsa üzmek, hiç de istemediğim bir durum. Fakat bu trajediye tanık olan bir toplum var ortada ve bu afla beraber inanılan temelleri, kökünden sarsan bir kız çocuğu.. Olanlar, verilen mücadelenin dayanaklarını zorlayan ve inandırıcılığını kaybettiren bir sonuç… Düşünür McLuhan’ın dediği gibi ‘dünya koca bir teknolojik köy’. Bu yüzden bu örnekle yazmak, sevgiden, aşktan , bunları yaşarken de özgürlükten bahsetmek gerekir diye düşündüm.
Aşk neydi ? Sevgi neydi? Saygı, özen, özveri, heyecan, tutku, dostluk içeren bütünleyen bir uyum süreci değil miydi? Her yüreği hoplatan şey, aşk mıydı, yoksa hastalıklı bir bağlanmanın başlangıcını müjdeleyen bir sevinç çığlığı mı ? Aşk ve sevgi sadece o kişinin varlığından bile mutlu olmayı öğretir. Eğer aşksa bu ; aşık gözlerindeki ışıltıyla can bulduğu yüze kezzap döker mi? Sevgi ve aşk beklemek, sabretmek, anlamaya çalışmak değil miydi? Sevmeye ve gönül kazanmaya çabalayan dirençli ve isyankar bir ruh yok muydu ardında?
İnsan bildiğini ve tanıdığını güvenilir bulan bir varlıktır. Her ne kadar sıkıntı yaşasa da hiç bilmediği ‘yeni’ , ona güvensizlik, huzursuzluk verir. O yüzden aynı acı dolu sarmalı yaşar durur. İnsanda her travma, az ya da çok bir iz bırakır. Freud’a göre insanların ilişki tarzlarında bir 'yineleme zorlantısı ' olabilir. Çocukluk yaşlarında yakın çevresiyle olan ilişkisinde bir travma yaşamış, çocuk gücüyle o travmayı yenememiştir. Artık erişkin çağlarına gelmiştir ve bilinçaltında çözülmeyi bekleyen travması halen canlıdır. Bu travmayı çözmek için yaşadığı güncel ilişkisine, bunu aktarır. Israrcı bir şekilde çözmek ister, hatta benzer durumları yaşayacağı bir eş bulur. Travmasının benzerini yaşayacağı senaryoları da , sırf çözebilmek için yaratabilir. Bununla beraber kullandığı araç olan çözme yetisi ,kişiye ve ilişkiye yaklaşım tarzı aynıdır ve bu nedenle bir türlü problemin içinden çıkamaz. Aynı tarz ve yöntemle, aynı mizanseni yaşar , olay kendini yineler durur.
Kadın sevdiği tarafından biricik görülmek ister. Erkeğin onu özel ve herseye rağmen güzel bulduğunu ifade etmesi kadının kendine olan güvenini tazeler. Örselenmiş ruhlar için bu ifadeler, tam da aranandır. Geçmişin izlerini silmek ve benliğini yüceltmek adına, kolay olan tanıdık yolun seçilmesi de olasılıklar arasındadır.
Bu tür ilişkilerde acı çeken zaman zaman kendini suçlar. Şiddet uygulayanın haklı yönleri olduğunu düşünür, onun penceresinden bakma yoluna da gider. Evet, geçimsizliklerde karşı tarafın ne düşündüğünü empatiyle anlamaya çalışmak zorunludur ama şiddetin anlaşılır hiçbir gerekçesi yoktur.Öyle ya da böyle karşıdakine hak vermeye çabalayan bir sürece de gerek yoktur. Siyasilerin ağzından duymuş olabileceğiniz ‘Stockholm Sendromu’ denilen bir durum var.1973 yılındaki bir banka soygununda 131 saat rehin kalan banka çalışanları, kendilerine iyi davranan ve ihtiyaçlarına duyarlılık gösteren bir soyguncuya karşı özel bir tutum geliştirmişler. Bir süre sonra soyguncunun gözünden olaya bakmaya başlarlar, onun haklı olabileceği durumlar olduğunu düşünürler, iyi geçinirler, polisin baskın yapacağını farkeder ve haber verirler. Rehin tutuldukları süre bitince de soyguncunun aleyhine ifade vermek istemezler, avukatlık giderleri için aralarında para toplarlar. Hatta içlerinden bir kadın, soyguncuya aşık olur, bu yüzden nişanlısını terk eder, hapisten çıkana kadar soyguncuyu bekler ve evlenir. Romantik bir saçmalık yaşanır …
Nihayetine gelirsek…Kadın- erkek ilişkisinde şiddetin öznesi çoğunlukla erkek olduğu için diyorum, ‘adam gibi’ sevmek ve aşk ; güzel, seveni ve sevileni yücelten bir emek.. Nazım Hikmet’in iki güzel şiirini buldum sizlere.
Erkek kadına dedi ki:
Seni seviyorum,
ama nasıl?
Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Sonra da başka bir şiirinde delikanlıya seslenir:
Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım…
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar…
Saygılarımla…