kadına şiddet

Bu konuda toplam 4 içerik bulundu.

KADIN KADINDIR İŞTE !

Kadın kelimesi sosyal statü anlamında belirsizlik içerir. Diğerinden daha aşağı statüye koyar, cinsiyetçidir,  cinsel ve üremeyle ilgili terimlerle bağdaşır.Zaman zaman da kadını bakire kızdan ayırır. Bakire olmayan anlamında toplumsal namus emniyetini karşılayan bir ifadede kullanıldığı için rahatsızlık vericidir. Bu nedenle son yıllardaki feminist akımlar, kadın kelimesinin yeniden tarifi  ve bu kelimenin içini ‘yeniden doldurma’ yoluna gider. 

 

Kadın kelimesinin çağrışımı ve toplumdaki ifadesi her kadının üzerine almak istemeyeceği kadar çelişkilidir. Dil biliminde kötü hisler yaratan ifadelerden bahsederken , yarattığı kötü izlenimi hafifletmek için, bir değiştirme çabasına girilir. Bu her dilde vardır ve ‘örtmece’ , ‘güzel adlandırma’ diye terimlendirilir. Türkçede de üst statüde olan kadınlardan bahsedilirken ‘kadın’ kelimesi kullanılmaz, yerine hanım, bayan kelimesi tercih edilir. Yine diğer dillerde de saygın bir kadından bahsederken asıl ‘kadın’  kelimesine karşılık gelen ifade değil yan anlamlar tercih edilir.

 

Peki kadın kelimesindeki ve yarattığı duygulanımdaki korkutucu, istenmeyen, kaçınılan izlenim nedir ve nasıl bir canlıyı - burası bir gülen yüz emojisini hakediyor ! - tarif eder?

 Bu canlı;   saygınlık içermeyen, ürkütücü , sevimsiz, korkulan, taraf olunmayan mıdır ? Biraz da cinsel bir nesne anlamı da içerir mi? Neden akademisyen bir kadın ‘bilimadamı’ dır,  akademik kadroların yarısını dolduruyor olmasına rağmen…Son yıllarda değiştirme konusunda çaba gösteriliyor ama, ticaret odasının başkanı kadın olsa da neden O , ’işadamı’ dır . Ya da kadın pilot, kadın doktor, kadın şöför, kadın başbakan diye ifade etmek zorunda hissedilir. Burada söylenmek istenen ‘bu erkek işidir, kadın olmasına rağmen başardı’ demek değil midir? ‘Erkeğe göre’ olan bu tanımlarda ‘erkeğe rağmen’ ifadesi yok mudur?

 

Toplumsal normlardan beslenen  kültürün, kendini ifade şeklidir dil…Jane Sunderland isimli bir yazar cinsiyetçi dilin değiştirilemeyeceği, durdurulamayacağını söyler.  Bu ancak toplumsal rollerdeki kadın erkek eşitliğine tam inançla mümkün olacaktır. 

Dil, psikolojik şiddetin de bir aracıdır, gösterilen şiddetin maduru, ‘ kadın ‘ kelimesine reva görülendir ve ‘ kadın ‘ kelimesiyle kastedilen betimlemedir. Bu nedenle kadın kimliğine saygı oluşmadıkça ve buna gönülden inanılmadıkça cinsiyetçi ve ayırıcı söylemler hep olacak, bu da kadının sosyal rolleri açısından ayırımcılığı pekiştirmeye devam edecektir. 

 

Bu pekiştirici etkiden sıyrılmak için iyileşmeye konuştuğumuz dilden başlamalıyız. Kadın kelimesinin yarattığı duygulanımın, düşük statü ve cinsellik içeren basamaktan, saygın, emekçi, yaratıcı, üretici platforma taşınması gereklidir. 

 

Kadın ve erkeğin biyolojik farklılığına inanmakla beraber  asıl olan, kadının hayata kattıkları ile ona biçilen rolün tezatlığıdır. Kadın Türk toplumunun ve diğer toplumların büyük emekçisidir, toplumun yarısıdır; fakat ‘dile gelince’ kadına biçilen rol ve yeterlilik onu ikinci sınıfa koymaktadır. Asıl farkedilmesi gereken, kadını biçimlendiren toplumsal rollerden kadının kendi öznelliği, çalışkanlığı ve yaratıcı gücüyle sıyrılıp, nasıl farklılık katabildiğidir.

 Kadın buna muktedirdir…

 

Saygılarımla…

 

AŞK ÖLDÜRÜR MÜ?

AŞK ÖLDÜRÜR MÜ?

 

Son günlerde yüzüne kezzap atılan bir genç kızın, sevdiğini söylediği erkeği affetmesi ve birlikte olmayı tercih etmesi çokça konuşuluyor. Kıza desteğini çeken avukatları ve sivil toplum kuruluşlarının yanında, her ne olursa olsun yardıma hazır olduğunu ifade eden bu işe kendini adamış sivil toplum örgütleri de var. Bu arada bu kabulün, kızın şahsi fikri ve özgürlüğü olduğunu savunan da…

 

Oysa ki bu talihsizliğine  uzanan sıkıntılarını hafifletmeye çalışan  nice insan vardı. Cumhurbaşkanımızın özel ricasıyla, dünyanın en iyi plastik cerrahlarından Prof.Dr.Mehmet Mutaf  ameliyatlarına başlamış, Acıbadem Hastanesi de tüm hastane masraflarını karşılamıştı. Hep birlikte bu kızın sorunlarına deva bulmaya çalışıyorduk.Şiddet nedenleri ve nasıllarıyla sadece şahsi bir mesele değildi, tüm toplumun meselesiydi. Şiddete hazırlayan pek çok etmen vardı, bu anlamda sürece destek olmak bir zorunluluk idi amaa… Bu kız çocuğu, o erkek çocuğunu büyüten ve ona vahşet tohumlarını eken anne babanın  evine yerleşti…

 

Herşeye rağmen şiddetin mağduru olmayı devam ettiren kızı bu sürece hazırlayan neydi ? Bu örnek temelinde  düşünmek, zaten ciddi sıkıntıları olan bir kız çocuğunu istemeden bile olsa üzmek,  hiç de istemediğim bir durum. Fakat bu trajediye tanık olan bir toplum var ortada ve bu afla beraber inanılan temelleri, kökünden sarsan bir kız çocuğu.. Olanlar, verilen mücadelenin dayanaklarını zorlayan ve inandırıcılığını kaybettiren bir sonuç… Düşünür McLuhan’ın dediği gibi ‘dünya koca bir teknolojik köy’. Bu yüzden bu örnekle yazmak,  sevgiden, aşktan , bunları yaşarken de özgürlükten bahsetmek gerekir diye düşündüm.

 

Aşk neydi ? Sevgi neydi?  Saygı, özen, özveri, heyecan, tutku, dostluk içeren bütünleyen bir uyum süreci değil miydi? Her yüreği  hoplatan şey, aşk mıydı, yoksa hastalıklı bir bağlanmanın başlangıcını müjdeleyen bir sevinç  çığlığı mı ? Aşk ve sevgi sadece o kişinin varlığından bile mutlu olmayı öğretir. Eğer aşksa bu ; aşık gözlerindeki ışıltıyla can bulduğu yüze  kezzap döker mi?  Sevgi ve aşk beklemek, sabretmek, anlamaya çalışmak değil miydi? Sevmeye ve gönül kazanmaya çabalayan dirençli ve isyankar bir ruh yok muydu ardında? 

 

İnsan bildiğini ve tanıdığını güvenilir bulan bir varlıktır. Her ne kadar sıkıntı yaşasa da hiç bilmediği ‘yeni’ , ona güvensizlik,  huzursuzluk verir. O yüzden aynı acı dolu sarmalı yaşar durur. İnsanda her travma, az ya da çok bir iz bırakır. Freud’a göre  insanların ilişki tarzlarında bir 'yineleme zorlantısı ' olabilir. Çocukluk yaşlarında yakın çevresiyle olan ilişkisinde bir travma yaşamış, çocuk gücüyle o travmayı yenememiştir. Artık erişkin çağlarına gelmiştir ve bilinçaltında çözülmeyi bekleyen travması halen canlıdır. Bu travmayı çözmek için yaşadığı güncel ilişkisine, bunu aktarır. Israrcı bir şekilde çözmek ister, hatta benzer durumları yaşayacağı bir eş  bulur. Travmasının benzerini yaşayacağı senaryoları da , sırf çözebilmek için yaratabilir. Bununla beraber  kullandığı araç olan çözme yetisi ,kişiye ve ilişkiye yaklaşım tarzı aynıdır ve bu nedenle bir türlü problemin içinden çıkamaz.  Aynı tarz ve yöntemle, aynı mizanseni yaşar , olay kendini yineler durur.

 

Kadın sevdiği tarafından biricik görülmek ister. Erkeğin onu özel ve herseye rağmen güzel bulduğunu ifade etmesi kadının kendine olan güvenini tazeler. Örselenmiş  ruhlar için  bu ifadeler,  tam da aranandır. Geçmişin izlerini silmek ve benliğini yüceltmek adına,  kolay olan tanıdık yolun seçilmesi de olasılıklar arasındadır.

 

Bu tür ilişkilerde acı çeken zaman zaman kendini suçlar. Şiddet uygulayanın haklı yönleri  olduğunu düşünür, onun penceresinden bakma yoluna da gider. Evet,  geçimsizliklerde karşı tarafın ne düşündüğünü empatiyle anlamaya çalışmak zorunludur ama şiddetin anlaşılır hiçbir gerekçesi yoktur.Öyle ya da böyle karşıdakine hak vermeye çabalayan bir sürece de gerek yoktur. Siyasilerin ağzından duymuş olabileceğiniz ‘Stockholm Sendromu’ denilen bir durum var.1973 yılındaki bir banka soygununda 131 saat rehin kalan banka çalışanları, kendilerine iyi davranan ve ihtiyaçlarına duyarlılık gösteren  bir soyguncuya karşı özel bir tutum geliştirmişler. Bir süre sonra soyguncunun gözünden olaya bakmaya başlarlar, onun  haklı olabileceği durumlar olduğunu düşünürler, iyi geçinirler, polisin baskın yapacağını farkeder ve haber verirler.  Rehin tutuldukları süre bitince de soyguncunun aleyhine ifade vermek istemezler, avukatlık giderleri için aralarında para toplarlar. Hatta içlerinden bir kadın, soyguncuya aşık olur, bu yüzden nişanlısını terk eder, hapisten çıkana kadar soyguncuyu  bekler ve evlenir. Romantik bir saçmalık yaşanır …

 

Nihayetine gelirsek…Kadın- erkek ilişkisinde şiddetin öznesi çoğunlukla  erkek olduğu için diyorum,  ‘adam gibi’ sevmek  ve  aşk ;  güzel, seveni ve sevileni  yücelten bir emek.. Nazım Hikmet’in iki güzel şiirini buldum sizlere.

 

Erkek kadına dedi ki:

Seni seviyorum,

ama nasıl?

Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,

yüzde yüz, yüzde bin beşyüz

yüzde hudutsuz kere yüz...

 

Kadın erkeğe dedi ki:

Baktım

dudağımla, yüreğimle, kafamla;

severek, korkarak, eğilerek,

dudağına, yüreğine, kafana.

Şimdi ne söylüyorsam

karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...

 

Sonra da başka bir şiirinde delikanlıya seslenir:

 

Sevmek mükemmel  iş delikanlım.

Sev bakalım…

Mademki  kafanda  ışıklı bir gece var,

benden izin sana,

seeeeev

sevebildiğin kadar…

 

Saygılarımla…

 

#ERKEK YERİNİ BİLSİN

#ERKEK YERİNİ BİLSİN

 

Tüm dünyada zaman zaman kadınların sıkıntılarını dillendiren akımlar olur,geçer.Bu seferki ‘ruging’ isimli bir twitter kullanıcısının ‘kocam isterse çalışabilir’ tweetiyle ülkemizde başladı.Dolayısıyla bizi daha yakından anlatan,fazlasıyla can yakıcı, yerli ve milli bir akım oldu.Öyle cümleler var ki bu hastagh altında; tıpkı zor bir matematik sorusu gibi ,tekrar tekrar yavaş yavaş okuduğunuz, anlamakta ve içinize yatırmakta güçlük çektiğiniz… Bu akımda kadınlara dair söylenmiş  cinsiyetçi , ayırıcı ve ötekileştiren sözler, erkeklere uyarlanıyor. Bu cümlelerin asıl hali ,toplumda yaygın olarak inanılan fikirler.Bir kısmı siyasetçiler, din adamları , söz sahibi kişiler tarafından edilen laflar. Bu sözlerin erkeklere söylenmiş olduğunu düşününce kafanız allak bullak oluyor, eğer biraz vicdanlı bir insansanız içiniz sızlıyor. Aralarında acıyla karışık gülerek okuduklarınız da var. Ben de hayali bir erkek karakter yaratarak bu tweetleri ona yükledim ve onun ağzından bir hikaye yazdım size.Bu sert kabuğunu kırmaya çalışan erkek karakterin öyküsünü, bakalım beğenecek misiniz? Başlıyor…

 

 

Boyum pek uzamadı, her ne kadar ‘erkeğin g.tü yere yakın olanından korkacaksın’ deseler de ben  iyi bir insanım. ‘Erkeğini dövmeyen dizini döver’ mantığıyla büyüdüm. Dayak yemedim de, çok kulağım çekildi namuslu, iffetli bir erkek olayım diye…

 

18 yaşında oldum.Yıllar geçti, evleneceğim günler geldi.Biran önce baş göz etmeye çalıştılar bizimkiler.Eee derler ya ‘erkeği boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya kaçar’. O hesap işte…Nasibim de iyi biri olsa diye geceleri yıldızlara bakar dalarım. ‘Erkek dediğin evinden damatlığıyla çıkar, kefeniyle döner’ bir kere. Mutsuz olup geri dönmek mi! şeytan kulağına kurşun…Her ne kadar evlen, yaşın geldi bir erkek olarak deseler de benim gönlüm okumaktan yana.. ‘Erkek çocuk okur mu hiç’  diyen annemi güç bela ikna ettim, üniversite sınavına  girdim zorla. Sonuçlar yeni açıklandı. İstanbul’da, yaşadığımız bu şehirde, bir fakülteyi kazandım. Zaten başka bir şehirde yalnız okumama izin vermezlerdi. Onları bu konuda hiç zorlamadım bile..Devlet büyükleri ‘pozitif ayrımcılık uyguluyor, erkeklerin üniversite okumasını sonuna kadar destekliyoruz’ dediler bir kere..

‘Üniversiteye de gitsinler tabii’ dedi annem. ‘Ama evlenince nasılsa diplomayı alıp duvara asacak, evlerinin beyi olacaklar’.Bu söz üzerine boşuna mı okuyacağım diye içimden geçirmiyor değilim.

 

Okullar açıldı, İstanbul zor şehir, geceleri de tehlikeli. Pek çok erkek arkadaşım var başka şehirlerden.Anadolu’dan gelip buralarda olabilmek kolay mı?  Okuldan dönüş uzun, uykumun ve açlığımın bastırdığı saatler…Allahtan ‘Şişli belediyesi erkekleri her türlü tehlikeden korumak amacıyla pembe otobüsler yaptı’ da biraz nefes alabildik. ‘Saat 22:00 den sonra da durak dışındaki yerlerde de inebileceğiz’. İETT’ nin erkeklere ayrıcalıklı bir hediyesi. Kuytu yerler, alt geçitler, ara sokaklar insanın tüylerini ürpertiyor.Şarapçı kadınlar, dilenci sırnaşık kızlar peşinden ayrılmıyor insanın.Bazen ‘bir erkek gece gece  dışarıda geziyorsa aranmıştır, tecavüz eden kadının suçu yok, o saatte ne işi varmış bir erkeğin dışarda’ gözüyle bakıyorlar. Bir erkek için çok zor…

 

Başarılı bir üniversite hayatından sonra üniversiteyi dereceyle bitirdim. Stajlarım falan da çok iyi geçti, ‘bir erkeğin şantiyede ne işi var’ deseler de, meslek elde artık…Bir kızı seviyor gibiyim, çok belli etmiyorum şimdilik, yanıma geldiğinde birazcık yüzüm kızarıyor sadece. ‘Nerde o yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğecek, gözünü bizden kaçırabilecek iffet sembolu, haya sembolü erkeklerimiz !?’  denir durur ya, ben onlardan biriyim işte !.

Onunla birlikte olunca çok gülüyorum, beni çok güldürüyor. Kendimi tutamıyorum, kahkaham çınlarken annemin ‘erkek öyle herkesin içinde kahkaha atmayacak’ lafı geliyor aklıma.

Aşık olurum diye ödüm kopuyor. ‘Erkek dediğin İstanbul gibi olmalı, fethi zor, fethedeni tek’. Hem ‘erkek kendini gelecekteki hanımı için saklamalıdır’, bu işlerde ‘erkek, kadının elinin kiridir’,

flört işini boş vermeliyim.Evlilik için erken daha, kariyerime odaklanmalıyım, evlendikten sonra ‘elin kızı diplomana değil yaptığın pilava bakar!’  derler ya, o yüzden kariyer işleri geri planda kalabilir.

 

Hoşlandığım kız, bir arkadaş sohbetinde göğsünü gere gere demişti ki; ‘erkeğin en güzel kariyeri babalıktır’. Düşündürdü beni bu durum ama zaten bizim oralarda da ‘erkeğin sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ derler. Boşuna okumadım ki ben, olur mu hiç öyle… Gerçi ne  bu bendeki maskülen ifadeler…Kız geyiklerinde diyorlar ki; ‘maskulinizmi savunan erkek çirkin ve şişmandır.Maskulinizm erkeği buluncaya kadar.’ ( Mola isteyip açıklayayım hemen: Erkeklerin, feministler çirkin ve şişmandır, karıyı buluncaya kadar feministim sonra değil güzellemesi var ya , hatırladınız değil mi?, o işte.Hikayeye devam…)

 

Bugün, dünya erkekler günüydü.Erkeğe yönelik şiddet yine kadınlar arasında tartışıldı durdu. Kadınların çoğu   ‘erkeğe şiddeti kınıyorum, ama erkek de yerini bilmeli tabii’ kafasında zaten.Yapmamalıyız, etmemeliyiz, ‘erkekler çiçektir’ ,’erkek düşmanı değilim, benim babam da bir erkek’ lafları falan filan..Konuşmacıların hepsi şiddeti uygulayan kadınlar. ‘Dünya erkekler gününde, bari birkaç tane de erkek konuşmacı olsaymış!’. Aralarında konuşurken duydum; ‘panele bir erkek koymamız lazım, yoksa kötü görünecek’ diyorlar.

 

Öğleden sonra, erkeklerin de çalışabileceği çok uzak olmayan bir iş yerine başvuruda bulundum. Erkek olduğumu duyunca gönülsüzce dediler ki, telefon üzerinden kayıt oluşturun. ‘Babanızın evlenmeden önceki oğlanlık soyadının iki ve üçüncü harfi’ derken kaydı tamamladım. Erkek işçi sayısını arttırma konusunda bir politikaları varmış duyduğuma göre. Müdürleri bir erkekmiş. ‘Erkekler elinin çamuruyla, yönetim işine karışmasın’ denir ama başarmış işte müdür olmayı…

Aslında ‘bir erkek için en iyi meslek öğretmenlik, çocuklarına evine rahat rahat vakit ayırır’ diyorlar ama…Belki de evleninceye kadar çalışırım. ‘Boşanmaların artmasının nedeni, erkeklerin iş hayatına girmesiymiş, asıl görevi olan kocalığı unutuyor çalışan erkek’ deniyor. Bakalım ne olacak!

 

Komşumuz Mehmet abi de iş arıyor, fakat karısı izin vermiyordu en son.Araları biraz limoni…Karısı Ayşe abla, çapkın kadın, gece alemleri pek bol…Aile büyükleri diyormuş ki; ‘dövmemiş, sövmemiş ne yapmış ya! Çapkınlık kadının fıtratında var, erkek dediğin azıcık sineye çekmeli! Evlenilecek erkek var, eğlenilecek erkek var, evlenmiş işte seninle yetmiyor mu !’

Karısı Ayşe abla da diyormuş ki; ‘kocam tutturdu çalışacağım diye. Yavv senin kazanacağın paraya ihtiyacımız mı var? Çok istiyor ,tamam çalış dedim, hevesini al. Çocuk olunca bırakacak nasılsa! Erkek dediğin kırar dizini evinde oturur’. Ayşe ablaya ‘kes sesini,erkek gibi dırdır yapma’ diyecek biri lazım .Neyse, sonunda ‘kocam isterse çalışabilir’ lafını koparmış Ayşe ablanın ağzından. İçimden geçiriyorum Mehmet abi çalışsa, Ayşe ablaya ne zararı olacak diye? Aslında ‘kadınlar da ev işlerine yardım etmeli, erkek yemek yaparken kadın da salatayı yapabilir mesela’.

Mehmet abinin işi zor bu gidişle..Onunla aynı yerde çalışsak, beraber gidip gelsek ne güzel olurdu.Hem mesaiye kaldığımızda dönüşte birbirimize yoldaş olurduk.Malum dolmuş cinayetleri oluyor, dolmuşta tek kalan erkeğe musallat olanlar çıkabiliyor. ‘Erkek köpek kuyruğunu sallamazsa dişi köpek kovalamaz, kadındır yapar, o adam da kuyruk sallamasaymış’ deniyor hep.

‘Senin babana abine yapılsa hoş mu?’ Hiç düşünmüyorlar bunu.

Aklıma geldikçe  küfredesim geliyor. ‘Bir erkeğin ağzına küfür hiç yakışmıyor’ deyip susuyorum.Birkaç gün yazılıp çiziliyor sonra  ‘erkek cinayetleri çok abartılıyor, bu toplumun başka sorunları da var. Sadece erkekler ölmüyor ki !’ deniyor .

Bir de, eee kadınız gözümüz kaydı napalımdiye tecavüzün olağan görülmesi durumu var.…

 

İşle ev çok uzak olacak, aslında ayrı bir ev tutayım istiyorum. Annem her dışarı çıkışımda ‘erkek başına gitme, laf söz ederler, bizi elaleme rezil etme’ der. Annem iyi kadın bana güveniyor ama dışarıdaki tehlikelere karşı beni korumak için yapıyor, biliyorum. Ablamın baskısından da usandım bu arada. ‘Ablam  kılık kıyafetime karışır, kırarım bacaklarını’ der durur. ‘Erkek dediğin beyefendi gibi giyinecek, oturmasını kalkmasını bilecek. Başı açık erkek perdesiz eve benzermiş’. Annemse evin içinde giydiğim şortta bile ‘o şortun boyu ne o oğlum, ablan bacaklarını kırar’ diye tasdik eder ablamı. Bir keresinde çok hastalanmıştım.Doktor da tesadüf bu ya kadın. Ablam çıldırdı ‘kadın doktora muayene olacakmış, gebertirim’ diye. Annem ablama sık sık der ki ‘aman kızım, sana el değmemiş oğlan buluruz, diğerleriyle gez, takıl’. Ben yapsam bunu öldürürler beni…

Babam, sık sık annemden dayak yer.Anneannem de der ki; ne olmuş kocasına bir tokat attıysa, karısı değil mi yapar, olayı bilmiyoruz hak etmiştir belki de’…Böyle bir ev işte, yaşaması güç.

 

İstiklal Caddesinde sinemadaydım bizim oğlanlarla. Gerçi geç oldu ama eve gitmeden bir şeyler atıştırayım dedim. Sabah sadece ‘enişten tost’ yiyerek çıktım yola, kurt gibiyim. Yeni bir restoran açılmış İstiklal’de. Ucuz ve lezzetliymiş, menüyse nefis… ‘Babalı oğlanlı çorbası, erkek budu köfte, dilaver dudağı tatlısı, sütlü Arif tatlısı’…Önden ufak atıştırmalıklar geldi, iştahla başladım. Allahım, yemek yemek ne güzel şey. Gerçi kilo almaya başladım dikkat etsem iyi olur. Derler ya ‘yemeğin salçalısı, erkeğin kalçalısı’

diye. ‘Erkek dediğin ele avuca gelecek’. Ama şişmanladıkça da sevmiyorlar bu kadınlar erkekleri. Neyse ‘çirkin erkek yoktur, bakımsız erkek vardır’ nihayetinde. Yemeğin üzerine tatlı siparişi vereyim derken, arka masadaki erkekle konuşan kadın garsonun sözleri takıldı kulağıma. ‘Dul erkeksin, bi şeye ihtiyacın falan olursa çekinme’ diyor. Bence ‘erkek fıtratı gereği yanlışa sapma eğilimindedir’. Sağlam dur diye içimden sesleniyorum genç dul adama, sağlam dur… Bu durumun üzerine tatlı yiyecek halim de hiç kalmadı vallahi. Restoranda televizyon açık, vakit geç oldu, haberlerin sonuna geliyor spiker.  Bir tecavüz haberi var kan donduruyor. ‘Tecavüzcü 3 genç kadın, beğendikleri erkeği kaçırmaya çalışmış’, tecavüzcü kadınlar diyorlar ki ‘o saatte şortla orada ne işi vardı?’.

Şiddet yanlısı bu sapık kadınlara ne yapmak gerekir ve erkeklere olan bu zulüm nasıl biter bilmiyorum.

Akşam çöktü, hafif de yağmur başladı, durağa yürüyorum. Sokağın çıkışında bir kaza olmuş, insanlar toplanmış. Söylenip duruyorlar, ‘iddaya girerim, o arabayı bir erkek kullanıyordur’ diye. Ölen kalan yoktur inşaallah. Durak kalabalık, otobüs geldi çok sıkışık değil Allahtan. Bir kadın fortçu acayip canımı sıktı geçenlerde. Korktum, utandım, bağıramadım. Otobüsde Ortaköy sahile bakan tarafa oturdum biraz keyifleneyim diye. Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Ortaköy Camii ....Ön koltuğa oturan aslında hali vakti yerinde olmadığı da belli olan bir kadın,  yanındaki kadın arkadaşıyla sohbette… ‘Benimki bu sefer de erkek çocuk doğurdu iyi mi? Ne zaman kucağıma bir kız çocuk verecek bilmiyorum, bıktım artık’ diyor. Yanındaki de onu teskin ediyor . ‘Üzülme. Kadınsın kadıın! Kadının dibisin… Heykelini yapmaya kalksak memelerine beton yetmez !’

Anlaşılan o ki muhakkak bir kız çocuk doğuracaksın evlenirsen.Bu kadın, adamı da dövüyordur, ‘erkeğin sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ kafasıyla…

 

 

İşte böyle, hikaye bana kalsa çoook devam eder ama köşedeki yerim ancak bu kadarına el veriyor. Hadi, artık normal hayata dönelim, kadın-erkek derken kafamız bir hayli karıştı.

Yazının bir kısmında gülmüş olabilirsiniz ama genel olarak biraz içinizin sızladığını düşünüyorum.Nihayetinde denebilir ki; eğer kadına şiddetin temelindeki cinsiyetçi dili farkedip, içinizin sızlamasını hissettiyseniz iyisiniz. Ama eğer değilse, vahşet yolunda emin adımlarla gidiyorsunuz demektir.

 

Yazıyı Atamızın bir sözüyle -yakıştığı gibi- kapatalım:

‘Ey kahraman Türk kadını ! Sen yerde sürüklenmeye değil , omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın’.

 

Saygılarımla…

SAVAŞ VE GÖÇTE KADINLIK

SAVAŞ VE GÖÇDE KADINLIK
Avrupa  sınır kapılarının açılmasıyla beraber kitlesel göç ve sefalete daha gerçekçi bir gözle tanık oluyoruz.
Göç eden toplumlarda kadın oranı yılar geçtikçe artmakta.Tüm dünya genelinde halkların %3,5 ‘u göç etmek zorunda. Cinsiyet oranı eski yıllardaki gibi erkek yoğun değil ve kimi göç dalgalarında % 70 ‘e varan oranda kadın göçü gözlenmekte.Öyle ki artık literatüre ‘göçün kadınsılaşması’ kavramı yerleşmeye başlamış.
Çeşitli göç nedenleri var. Göç sadece köyden şehire değil, geleneksel olandan moderne ve sermaye birikimine doğru akıyor. Savaştaysa yaşam koşullarının artık yaşamaya kesinlikle uygun olmaması göç nedeni..İnsanlar yaşam şartlarının iyi olduğu, iş ve güvenliğin daha teminatlı olduğu yerlere doğru göçüyor..
Göç kararını kim veriyor ya da göç bireysel bir karar mı? Özellikle kadınlar için ‘hayır’. Şiddetin ve saldırganlığın özendirildiği ve ödüllendirildiği ataerkil toplumlarda savaş kararı da, göç kararı da ataerkil toplum temsilcileri tarafından veriliyor. 
Göç edilen bölgelerden gelen kadınlar toplumun görmezden gelinen bireyleri.. Eğitim , donanım ,söz hakkına sahip olma, iş gücüne katılım yönünden zayıf bireyler. Kapitalist düzende zaten ezilen ve görmezden gelinen kadın, göç ettiği ülkede ve göç şartlarında da göçten  daha çok etkileniyor.Bunu çalışmalar ve anket sonuçları da söylüyor. İşsizlik, açlık, sosyal izolasyon, çocukların fiziksel bakımı, psikolojik travmaya sahip çocuklarına moral destek ve bakım, cinsel taciz ve şiddet, gidilen yerde ev düzenini kurma, temel ihtiyaçları karşılama kadının sorumluluğu altında.En çok yakındıkları konular psikolojik ve jinekolojik sorunlar.Pek çok enfeksiyon ve cinsel yolla geçen hastalığın maduru konumundalar.Gebelikten korunma ise pahalı ve ulaşılmaz.
Kadının savaş ve göçler esnasında şiddet ve cinsel istismara uğraması olağan…Her erkek için kadın bedeni korunması gereken bir değerdir. 
Kadın savaş şartlarında kazanılan ülkenin vatan toprağı gibidir. Kadınların cinsel tacize uğramaları ulus değerlerine moral bir saldırıdır.
Dolayısıyla savaş ortamında da cinsel sömürü, politik bir durumdur. Savaşılan ülke kadınsılaştırır, fikren hadım görülür. Zafer ise erkek hegemonyasının galibiyetidir. Aynı zamanda kadının tecavüze uğradığı ve istemediği bir gebeliği yaşadığı yerde durmak istemeyeceği düşünüldüğünden, tecavüz bir zorunlu göç aracıdır yani soyun devamlılığına ket vuran bir nüfus kaydırma politikasıdır.Bunun örneklerini yakın zamanda maalesef ki çok gördük.Savaş yıllarını anlatan Refik Halit ‘Harp ve Kadın’ isimli yazısında ‘savaşta erkek cephelerde kırılır, kadın caddede… Biri ölse de temiz kalır, yiğitlik sahasında yer almıştır; öteki yaşasa da kirli kalır, sokak malıdır’ diye bahsetmektedir. 
Tarihde son centilmen savaşın Çanakkale Savaşı olduğu söylenir.Sonrasında  1.Dünya savaşıyla beraber savaşa teknolojik gelişmeler ve ARGE gücü hakim olmuştur. Şu anda bile ülke konjonktüründe dostun düşmanın belli olmadığı  ve savaşılacak tarafın tek ve sabit olmadığı bir karmaşık düzen içindeyiz. Suriye’de finans kaynaklarıyla asimetrik gücün yaratılıp kullanıldığı savaş topraklarını savunmak, bu nedenle neredeyse imkansız hale gelmiştir.Dolayısıyla göç kimi toplumlar için hayatta kalma iç güdüsünün tezahürüdür.
Topraklarımızda barınmalarına izin verdiğimiz göçmen nüfus, nefes aldırmayan zulümden kaçan ve  iyiliği önceleyen Anadolu kültürümüzle kucak açtığımız bir nüfustur. Ama 40 milyar dolarlık bir bütçe harcamasıyla artık ülkemiz de yapabileceklerinin sonuna geldi. Göç dalgasının insanlık suçlarıyla dolu Avrupa’ya yayıldığı şu günlerde olacakları endişe ve merakla  bekliyoruz.
Saygılarımla…
Op.Dr.Güray Ünlü
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı