DEPREM GERÇEĞİ

Peşpeşe depremlerin yaşandığı günlerdeyiz. Beklenen hem de  ilkyardım ve kurtarma çalışmalarında  giderek ustalaştığımız,  bu arada kaderimize katlanmayı da  usulca öğreten büyük depremler…

 

Deprem gerçeğine tarihten örnek alarak da yaklaşmak gerektiğine inanarak okuduğum yüksek mimar Deniz Mansur’a ait tez çalışmasında 22 mayıs 1766 depremi ele alınmış…Yani 250 yılda bir muhakkak olduğu düşünülen depremlerden biri…. 

Belgeler Osmanlı arşivlerinden birebir çevrilerek  ya da yabancı seyyah ve tarihçilerin eserlerinden elde edilmiş.

 

 

Deprem kurban bayramının 3. Gününde olmuş, yarım milyon nüfuslu kentte 4.000-5.000 kişi ölmüştür.  Ayasofya Cami ve birkaç han dışında tüm binaların hasar gördüğü yazılmaktadır. Halkın yaşadığı binaların pekçoğu ağır ve orta hasarlıdır. Bir İtalyan depremzede, depremin tatil gününde , sabah namazının ardından, camiler boşaldıktan sonra, bayram günü olduğu için öğrencilerin okulda olmadığı, çarşı ve bedestenlerin henüz açılmadığı, hamamlarda erkeklerin yerlerini kadınlara bırakmak için ayrıldığı zamana denk geldiğini söylemektedir. Bu tasvirden,  bilmem şehrin nefes alışını gözünüzde canlandırabildiniz mi?  İnsanların toplu halde oldukları yerlerin o anda kalabalık olmamasından kaynaklı  çok büyük toplu ölümlerin olmadığı  belirtilmektedir.Ama başka bir kaynaktaki gerçek, bir medresede 100 kadar çocuğun öldüğüdür. Galata’ya doğru büyük dalgaların yükseldiği ve su baskınlarının yani tsunamilerin olduğu da söylenmektedir.Bir başka tarihçi de binaların taşlarının ‘gözyaşı’ gibi binaların önüne döküldüğünü ifade etmektedir. 

 

 

O yılarda İstanbul’un önemli sorunlarından biri büyük yangınlar...Yangınlar ve depremlerle kendine yapısal çözüm arayan şehir ahşap ve kargir bina yapımı arasında gidip gelmiş. Deprem gerçeğine karşı ahşap, yangın gerçeğine karşı kargir binalar tercih edilmiş, kalıcı  sağlam çözüm üreten yollara gidilmemiştir.  Kısa vadeli planlarla malzeme ve plan seçimi yapılmış. Tüm yaşam alanlarının ahşap olduğu, mermer ve taş karoların yalnız hamamlarda , mutfaklarda , kamu binalarında olduğu , yapı malzeme kalitesinin çok geliştirilemediği ve halka yayılmadığı belirtilmiş.

 

Nüfus artışıyla o yıllarda da  başedilmeye çalışılmış. III.Mustafa’nın İstanbul’da başıboş gezen işsiz tayfasının memeleketlerine gönderilmesi, taşradan istanbul’a göçün engellenmesi gerektiği yönünde emirleri vardır. Bu çaba sonraki yıllarda da verilmiş fakat şimdiki yıllarda  geriye göçün özendirilmeye çalışılması ve başarılamaması  gibi  o yıllarda da etkili olmamıştır. 

 

 

Peki o yıllarda batı ülkeleri ne alemdeymiş ?

Aydınlanma çağı olarak kabul edilen 18.yüzyılda,  başı çeken Fransa ve İngiltere olmuştur. Bu yıllar şehirleşme konusunda da,  şehri gelecek yıllara taşıyacak geniş çaplı projelerin yapıldığı yıllar… 18.yüzyılda  İstanbul’a gelen ve izlenimlerini yazan seyyahların dediği, İstanbul ‘un ‘büyük hayranlık uyandırıcı’ ,  ‘vaat edici’  bir kentken, içine girildiğinde gerçek bir düş kırıklığına uğradıklarıdır. Düzensiz yapılaşma, sokakların dar, pis ve kötü kaplanmış olması, derme çatmalık bu seyyahlarıın ortak görüşleridir.

Yakın yıllarda Lizbon’da meydana gelen ve taş üstünde taş bırakmayan depremin ise Lizbon için milat olduğu söyleniyor. Kentin çehresini, gelişmiş mimarlık, planlama ilke ve yöntemleriyle soğukkanlı ve bilimsel yolla yaptıkları söyleniyor. Yeni bir planlamadan önce yapılanmaya asla izin verilmemiş, yeni inşa teknikleri ve malzemelerine karar verilmiş, modern şehircilik gerekleri büyük kitleleri barındıracak bakış açısıyla yeniden planlanmış.

 

 

 

 

 

Osmanlı’ da geçirilen depremlerden sonra yapı ve kent bazında radikal değişikliklerin düşünülmediği ve  çok göze çarpan hasarların giderildiği görülmüştür. Yapı ve kent ölçeğinde bilimsel verilere dayanan değişiklikler yapılmamıştır.

 

Binalarda onarım sırası açısından sembolik önem yerine işlevsel öneme öncelik verilmiştir. Fakat tamamen yıkılan Fatih cami ve  ve türbesinin onarımı hariçtir. Fatih Camiisinin onarımı Fatih Sultan Mehmet Han’ ın anısına ivedilikle yapılmak istenmiştir. Ramazan ayı gelmeden eski camiden kalan iki minaresi onarılmış, Fatih Sultan Mehmet anısına mahla asılabilmiş ve kandillerin onarımı sağlanmıştır. 

 

1766 depreminde devlet onarım önceliğini devlet binalarında kullanmış, halka ait binalardaki hasar ya doğal yıpranma diye rapor edilmiş ya da devlet binalarının yanında olup yıkılmasından kaynaklı zarar gördüyse tamir yoluna gidilmiş. Onarım ön planda düşünülmüş,  sadece tamir boyutunda kalmış ve değişikliğe gidilmeden tıpkı eskisi gibi olmasına özen gösterilmiştir.

 

 

1766 depreminde hasarları gidermek için sayısı 37 yi bulan meslek grubundan işçi,  devşirme yöntemlerle ve ehillik aranmadan toplanmış. Biraz da bu yüzden deprem yapı anlayışı ve kent mimarisinde köklü değişikliklere vesile olamamış. Özellikle tarihi yapılarda tamir edilen yerlerdeki hasar, bir sonraki depremlerde tekrar aynı yerlerden gerçekleşmiş. Kayıtlarda, sadece 1766 depreminde değil diğer depremlerde de binaların onarılan eski yerlerinden yeniden hasarlandığı görülmüş. Yüzyıllar boyunca yapılan gözlemlere dayanılarak…Dolayısıyla arşiv belgelerinin en objektif  ve yardımcı verileri içerdiği düşünülüyor. Tarihi depremleri bilmek , hasar haritalarına sahip olmak, sadece malzeme değil zemin planlarına göre hareket etmek gibi..

 

Halkın olaylara yaklaşımı ise nasıl mı? Şimdiden farksız…Pek çok seyyahın eserinde, tepkisizlik ve her türlü felakete rağmen kadere boyun eğmenin hakim olduğu söyleniyor. Geleceğe endişeyle bakmanın ‘günah işlemek olacağı’ gibi bir kabullenişle depremi yaşadıklarını ifade ediyorlar. Tarihçi Şemdanizade Süleyman Efendi’ye göre dokuz ayda dördü şiddetli olmak üzere üstüste yaşanan ve insanları çadırlarda yaşamaya zorlayan depremler, gaflet içinde olanlara ve günahkarlara bir tembih sayılmalıdır. Bir Ermeni halk şairi helalle haram birbirine karıştığı için ve günah sebebinden yerin titrediğini yazmıştır. Şu anda da  her deprem sonrası medyatik, güya inançlı, ölenin ve ölümün kutsallığına  bile inanmayı başaramayan insanların peydah olduğu gibi…

 

 

Gezginler, depremler kadar yangınlar konusunda da önlem almaya dair ağırkanlılığı ve ders alma konusundaki isteksizliği dile getirmişlerdir. D’Ohsson ismindeki İstanbullu bir tarihçi, İstanbul’ daki tüm yapıların denetiminin Mimar Ağa ( Hassa Başmimarı) tarafından yapıldığı, evlerin yüksekliğinin, binaların, saçak ve cumbaların nereye bakacağının ve binanın yapılma izninin onun tarafından verildiğini söylemektedir. Hatta manidar şekilde, her yeni mimari için, mimar ağaya ücret ödendiği ve mimar ağanın bürosunun da çok iyi kazanıyor olması gerektiği, bazen işlerini eve götürdüğü ve orada çalıştığı ve görüştüğü belirtilmektedir.

 

Bu işin ehli elbetteki değilim ama Sayın Yüksek Mimar Deniz Mansur’un tezi o kadar ayrıntılı ki , bundan geleceğe dair pay çıkarmak mümkün…Demirin, ahşabın, mermerin, boyanın, çivinin, tuğlanın nereden geldiği, özellikleri,  hangi amelenin, işçinin nereden getirildiği  ya da gelmek istemediği, tarihi binaların hangi yüzlerinin ne kadar hasarlandığı, bütçelerin nereden ayarlandığı, vakıf ödenekleri, saraydan yapılan ödenekler, malzeme ödeme listeleri ve bırakın bunları -titizliğini size anlatmak için diyorum- nakliye için eşek sahiplerine ne kadar ücret verildiği bile var. Hepsi gerçek ve tahrifata uğramış olabilir düşüncesiyle kendisinin bizzat Osmanlıca’ dan çevirttiği belgelere dayanıyor.

 

 

 

Fay hatlarının nereden geçtiğini biliyoruz. Ama yine de tarihdeki depremlerin hasar haritası, nerelerde konutlaşmanın olmaması gerektiğini gösterebilir ve buna istinaden altyapı çalışmalarını da içeren plan proje değişikliklerine gidilebilir. Bu durumun sadece yapılaşmanın evrilmesinin çok zor olduğu  İstanbul için değil,  deprem riskinin olduğu tüm Anadolu illeri için düşünülmesi gerekir. Albert Einstein; aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemenin delilik olacağını söyler.  Bilim adamlarının önümüzdeki yıllarda İstanbul’da olmasını beklediği deprem 22 Mayıs 1766 depreminde kırılan fay hattıdır. Dolayısıyla bu depremin anlaşılması olacak depreme karşı önlemleri geliştirme açısından fayda sağlayacaktır. 

 

Şimdi ‘Kadın-Doğumcu halinle ne alaka?’  diye sorabilirsiniz. Sadece okuduğunu rahat anlayan ve düşünmeyi bırakmayan bir sade vatandaş gözüyle ‘küçük bir istirham’  olarak değerlendirebilirsiniz. Tarihden çok şey öğrenilebilir…Deprem geçmişteki gibi karşı konulamaz bir kader olarak değerlendiriliyor. Evet,  İbn-i Haldun’un dediği gibi ‘coğrafya kaderdir’, ama akılcı çaba ve gayretle kabul edilebilir bir yazgıya elbette döndürülebilir.

 

 

Saygılarımla…

 

Op.Dr.Güray Ünlü

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

 

Daha ayrıntılı okumak isteyenler için 

 

https://polen.itu.edu.tr/handle/11527/11045

 

 

Yeni yorum ekle

CAPTCHA
Lütfen Güvenlik sorusunu cevaplayınız.
 
%100 GİZLİLİK
GİZLİLİK BİLDİRİMİ
 
Antalya kliniğimize başvurma sebebiniz ve kişisel bilgileriniz yasal haklarınız kapsamında (T.C. Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Yönetmeliği R.G. 01.08.1998, 23420) tamamen gizli tutulacaktır.
Başka şahıslara kişisel bilgileriniz, hastalığınız ve tedaviniz hakkında bilgi verilmez.